YORUMLAR:
Romana asıl ismini veren Prens Lev Nikolayeviç Mişkin'in günümüzde bilinen ismiyle epilepsi hastalığına Budalalık tanısı koymaları ve bu yüzden İsviçre'ye tedavi için gönderildikten sonra Rusya'ya geri dönmesi ile başlayan olaylardan bahsedilmiştir. Prens, Nastasya Flippovna isimli kadının portresini Rusya'ya döndükten sonra General İvan Fyodoroviç Yepançin'in çalışma masasında görmesinin akabinde kadının bakışlarından korkutucu bir şekilde etkilenmiştir. Bu konudan ilk olarak generalin eşi ve kızları ile tanıştığında onlara bahsetmiştir. Bununla birlikte Gavrila Ardalianoviç ise, generalin yanında çalışmakta ve Nastasya Flippovna ile evlenmeyi düşünerek babası General İvolgin'in kaybetmiş olduğu itibarını elde etmek istemektedir. Bir yandan da Nastasya'nın garanti olmaması durumunda General Yepançin'in küçük kızı Aglaya'yı da kaybetmek istemeyen Gavrila hazin bir şekilde iki fırsatını da kaçırmış olacaktır. Ancak Nastasya'nın talipleri bu ikisi ile de sınırlı kalmamış prensin, İsviçre'den dönerken trende tanışmış olduğu Rogojin de kendisine kalan yüklü bir servet sayesinde onu adeta açık artırma ile almak istemiştir. Başlarda Rogojin ve Gavrila arasında devam eden çekişmeye dahil olan prensin Nastasya'nın aklını çelmesi ve olayları inanılmaz derecede karıştırması neticesinde Rogojin'in parasını kabul etmemesine karşın onunla giden, prensi saf bularak onu reddeden ve Gavrila'yı ise adeta küçük düşürerek para heveslisi gösteren Nastasya, öykünün bütün karakterleri tarafından bir bilinmez olarak yerini almıştır.
Eserin ikinci bölümünde Nastasya'nın Rogojin'le kaçmasının ardından sular biraz durulmuş olsa da, Nastasya ve prens Rusya'ya tekrar döndüğünde olaylar daha da sarpa sarmaya başlamış ve General İvan Fyodoroviç'in küçük kızı Aglaya ile yakınlaşan Prens, hikayede birçok gelgit yaşamıştır. Ancak bu gelgitlerden anlaşılabilecek en net durum, bütün karakterlerin Prens'in saflığına gönderme yaparak kendisi ile bazı dertlerini paylaşmaları bir yandan da onu birtakım entrikalarla manipüle etmek istemeleridir. Fakat Prens de saflığının farkında olarak bu özelliğini yeri geldiğinde başka kişilere karşı koz olarak kullanmaktan çekinmediğini de okuyucuya hissettirmektedir. Bu sebeple kendisine tam anlamıyla saf ve dürüst diyebilmek doğru olmayacaktır. Özellikle kitabın sonlarında, Nastasya'nın Rogojin'le bir türlü gerçekleşmek bilmeyen evliliğini beklerken, prensin Aglaya ile evlenmeye karar vermesi akabinde; Aglaya, Nastasya ile bütün hesabı kapatmak istediği gibi Prens'in de ona karşı duygularını öğrenebilmek için yüzleşmek istemiştir. Bu yüzleşmede Aglaya'yı hayal kırıklığına uğratan Prens, Nastasya ile evlilik hazırlıklarına başlamış ve bu aşamada dahi Aglaya ile görüşmek için romanın yan karakterlerinden birisi ile karşılaşıp kendisinden ricada bulunmuştur. Prens bu rica görüşmesinde, adeta içindekileri ortaya döken karaktere cevap verememiş ve hem Aglaya'yı sevdiğini hem Nastasya'yı sevdiğini aynı zamanda Nastasya'dan korktuğunu, onun deli olduğunu bildiğini ama onu yine de sevdiğini onunla evlenmek zorunda olduğunu ifade ederek Aglaya'ya kendisini de sevdiğini söylemek istediğini dile getirmiş böylece ne kadar belirsiz bir ruh halinde olduğunu ortaya koymuştur. Bu ruh haline ek olarak, Aglaya'nın da Nastasya ve Prens kadar dengesiz ruh hallerine sahip olarak yeri geldiğinde prens başta olmak üzere birçok karakteri tahkir etmekten geri durmamasına karşın, prensin düşünceliliği ve saflığı ile tanınmasına tezat oluşturur şekilde onu yüzüstü bırakması kendisi tarafından da kişiliği ile bağdaşmayan bir hareket olarak nitelendirilmiştir.
Kitabın sonunda ise, Nastasya ile Prens evlenmeden Nastasya Rogojin'e yıllardır yaptığı gibi Prens'ten de son anda kaçmış ve bu sefer yıllardır evlenmekten kaçtığı Rogojin ile Petersburg'tan uzaklaşmayı seçmiştir. Prens'in en sonunda dayanamayarak kendilerini takip etmesi neticesinde, Rogojin'in bir zaman Prens ile birbirleri arasında kan kardeşliği yaparak hediyeleştikleri bıçağı kullanıp Nastasya'yı öldürdüğünü öğrenen Prens hikayeyi yine İsviçre'den geldiği gibi yalnız tamamlamış, Aglaya karanlık işlerle uğraşan bir kont ile evlenmek durumunda kalmakla birlikte Gavrila'yı ikinci kez reddetmiştir.
Romanın olabilecek en kısa özetlerinden birisi ile olay örgüsünün akışı ile bir şema çizmek istesem de yazarın asıl amacının karmaşık ve çetrefilli buruk bir aşk hikayesi yazmak olmadığı fark edilmektedir. Karakterler esasında, notlar kısmında da belirtildiği üzere, ekseriyetle üst zümre denilebilecek bir tabakaya tabi olsa da, yaşantılarının oldukça tezatlar ihtiva ettiği görülmektedir. Bununla birlikte, hiçbirisinin gerçek manada hedefleri olmayan ve aşağıdaki notlarda belirtildiği üzere " zengin, iyi bir aileden gelmesi, hoş görünümlü, eğitimli, akıllı, hatta iyi niyetli olması, ama öte yandan hiçbir yeteneğinin, hiçbir özelliğinin, hatta hiçbir tuhaflığının, kendine özgü tek bir fikrinin olmaması, yani kesinlikle herkes gibi olmasından daha sıkıcı bir şey düşünülemez. Zengindir, ama bir Rothschild değildir; saygın bir ailesi vardır, ama hiçbir zaman bir etkinliği olmamıştır; dış görünümü hoştur ama neredeyse hiç ifade yoktur hoşluğunda; iyi bir öğrenim görmüştür ama onu nerede kullanacağını bilemez; aklı vardır ama kendi fikri yoktur; kalbi vardır ama soyluluktan yoksun" olduğu görülmektedir. Bunların arasına Prens'in de dahil olması tabidir. Her ne kadar yazar ilk başta Prens karakterini diğer karakterlerce adeta bir melekmişçesine tasvir etmiş olsa da sonradan onun da zengin, güzel huylu ancak amacı olmayan bir kişi olduğunu gözler önüne sermiştir. Böylece roman okuyucusuna dolaylı olarak hayatında gerçek bir amacı olmayan kişilerin parasının olmasının bir faydası olmayacağını ima etmiştir. Bu kişilerin çevrelerine ve kendilerine zarar vermekten başka bir işlevlerinin olmayacağını da ifade etmiştir. Bununla birlikte, okuyucular kitabı okuduklarında birçok karakterin adeta realist bir tiyatro oyununda romantik bir eser ortaya dökmek için çabalarken ne kadar çelişkili ve küçük düşürücü durumlara düştüğünü fark edecektir.
Sonuç olarak eser, dönemin Rusya'sına belki üstü kapalı bir eleştiri veya uyarı olarak kaleme alınmış olsa da esasında birçok dünya ülkesine evrensel nitelikteki mesajlar ihtiva ettiğini dünya klasikleri arasında sayılması ile göstermektedir.
NOTLAR (*):
Her şey anlatılabilir çocuklara, her şey... Büyüklerin çocukları hiç tanımamaları her zaman şaşırtmıştır beni. Anne babalar kendi çocuklarını bile doğru dürüst tanımıyor. Küçük oldukları, bazı şeyleri henüz öğretmelerinin henüz zamanı gelmediği gerekçesiyle çocuklardan hiçbir şeyin gizlenmemesi gerekir. Ne üzücü ve talihsiz bir düşünce bu! Çocuklar her şey anlamalarına karşın, babalarının onları çok küçük, hiçbir şeyi anlamaz saydıklarını ne kadar iyi fark eder!
Yeterince özgün olmamak yüzyıllardan beri dünyanın her yerinde iş bilir, pratik insanın en önemli özelliği sayılır ve insanların en azından yüzde doksan dokuzu her zaman böyle düşünmüştür, ancak yüzde biri olaya başka türlü bakmıştır ve bakmaktadır.
Bizim dadılarımız beşik sallarken yüzyıllardır aynı ninniyi söylerler "Uyuyup da büyüsün, sırmalı giysiler içinde bir general olsun!" Gerçekten de, şöyle böyle de olsa, devlet memurluğu sınavını kazanıp 35 yıl görev yapan kim generallik derecesine yükselmez, sandıkta belli bir paraya sahip olmaz ki bizde? Anlayacağınız, bu yolla her Rus kendini hemen hiç zorlamadan, sonunda iş bilir, pratik bir kişi olabilir. Aslına bakarsanız, bizde yalnızca sıra dışı insanlarla kabına sığmayan, atak insanlar devlet hizmetinde generallik rütbesine erişemezler.
Erkeğin de kadının da düzgün ama yoksulluğun küçülttüğü insanlar vardır. Bu öyle bir yoksulluktur ki, onunla mücadeleye her kalkışıldığında sonunda düzensizlik üste çıkar, hatta insanlar artık onunla mücadelede kurtuluşu düzensizlikte bulur, bu düzensizlikten de her gün biraz daha artan acılı, intikam duygusu dolu bir haz duymaya başlarlar.
Özelliklerine, kişiliğine dair şeylerin bir çırpıda tam olarak anlatılması zor insanlar vardır. Toplumların gerçekten de çok büyük çoğunluğunu oluşturan bu insanlara genellikle "sıradan" "çoğunluk" denir. Yazılar romanlarında, öykülerinde çoğu zaman toplumda belirgin özellikleri olan tipleri ele almaya ve onları canlı, sanat değeri olacak biçimde anlatmaya çalışır. Değişik özellikleri olan bu çeşit tiplere toplumda sık rastlanmaz ama, aslında bunlar gerçeğin kendinden de gerçektir.
Aslında söz gelimi insanın zengin, iyi bir aileden gelmesi, hoş görünümlü, eğitimli, akıllı, hatta iyi niyetli olması, ama öte yandan hiçbir yeteneğinin, hiçbir özelliğinin, hatta hiçbir tuhaflığının, kendine özgü tek bir fikrinin olmaması, yani kesinlikle herkes gibi olmasından daha sıkıcı bir şey düşünülemez. Zengindir, ama bir Rothschild değildir; saygın bir ailesi vardır, ama hiçbir zaman bir etkinliği olmamıştır; dış görünümü hoştur ama neredeyse hiç ifade yoktur hoşluğunda; iyi bir öğrenim görmüştür ama onu nerede kullanacağını bilemez; aklı vardır ama kendi fikri yoktur; kalbi vardır ama soyluluktan yoksundur vesaire vesaire...
Roma Katolikliği bir din bile değildir; inancından başlayarak, bütün özü düpedüz Batı Roma İmparatorluğu'nun devamıdır... Papa yeryüzünü de geçirdi, tahtına oturdu, kılıcı da yakaladı.... O günden bu yana öyle sürüp gidiyor. Yalnız kılıca yalan dolanı, hileyi, aldatmayı, fanatizmi, bağnazlığı, acımasızlığı eklediler; halkın en kutsal bildiği şeylerle, doğrularıyla, içtenliğiyle, coşkun duygularıyla oynamaya başladılar; her şeyini, her şeyini paraya, bayağı dünya hakimiyetine çevirdiler.
DEĞERLENDİRME:
Konu: Prens Lev Nikolayeviç Mişkin'in Nastasya ve Aglaya ile yaşadığı aşk ilişkilerinin belirli bir zümreye ait insanların hayatlarında amaç olmadığında ne gibi değişiklikler ve tesirler meydana getirdiğini konu edinen eser, Nastasya'nın Rogojin tarafından beklenilen öldürülmesi ile neticelenmiş ve sonuç olarak bakıldığında bütün ana karakterler için kötü bir son ile bitirilmiştir.
Üslup: Konu ve olay örgüsü her ne kadar son zamanlarda okuyuculara alıştırılan mutlu sonlu eserler gibi bitirilmese de yaklaşık 800 sayfada aşk ile tutarsızlık konusunun birçok karakter çeşidi açısından ne kadar detaylı ve sıkmadan anlatıldığı gözlemlenmektedir. Dostoyevski'nin eserlerinde genel olarak görüldüğü üzere bu kitabında da, okuyucu ile bütün karakterleri özdeşleştirebildiği görülmektedir. Bu nitelik sayesinde okuyucu, görüşlerini ve davranışlarını tasvip etmediği karakterler açısından dahi düşünebilme yetisine sahip olmaktadır.
Özgünlük: Konu yönünden sıra dışı sayılmayan eser, karakterlerin davranışları ve çeşitliliği sayesinde olay zenginliği bakımından bir bakıma özgün olarak nitelenmeyi de hak ediyor denilebilir. Özellikle karakterlerin tutarsızlıkları ve dengesizlikleri esnasında gerçekleştirmiş olduğu krizleri her okuyucuyu şaşırtma etkisine sahip olarak değerlendirilebilir.
Karakter: Dostoyevski eserlerinde her zaman akılda kalıcı etkiler barındıran karakterler bu eserinde de oldukça mühim bir rol oynamaktadır. Romanda adeta günlük hayatta her zaman görülen kişilere yer veren Dostoyevski'nin karakterleri yerinde kullanımı ve onca karakteri hikayeye başarılı şekilde monte ederek aralarında bir bağlantı kurması gerçek anlamda takdire şayanlığını bugün de korumaya devam etmektedir. Prens'in naif ve saf görünüşünün altında kimi zaman ortaya çıkan dürüstlüğünü kullanarak yaptığı kurnazlığı, Lebedev'in çıkarcı ve sinsi kişiliği olmasına karşın kendisinin kusurunu kabul ederek hayatını bu şekilde kabul etmesi, Gavrilo'nun başarı için her yolu mübah gören Makyavelci yaklaşımını yaşadığı dönem sebebiyle benimsemiş gibi gözükmesinin yanında gerçek karakterinin merhametli ve vicdan sahibi olduğu, Nastasya ile Aglaya'nın dengesiz ve anlık davranış değişikliklerinin altında yatan sevilme ve ilgi ihtiyacını, General Yepançin'in otoriter gözüken ancak eşine ve çocuklarına geldiğinde yumuşak başlı babalığını, Rogojin'in günümüzde daha da artmış sayıda olan takıntılı kişiliği ile mutlu olamayacağını bilmesine rağmen yanlış kızın peşinden gitme dolayısıyla diğer rakiplerine karşı kazanma hırsı dolayısıyla her şeyi yapabilmesi, Emekli General İvolgin'in eski ihtişamlı günlerini özleyen ve aynı saygıyı görmek isteyen ebeveyn tavırlarını, aynı olay örgüsü içerisinde farklı biçimlerde göstermesi bunun en net örneklerinden birisidir.
Akıcılık: Eser, uzunluğu bazı okuyucuların gözünü korkutabilse de, yazarın sıkıcı olmayan yerinde betimlemeleri ile çoğunlukla akıcı olarak nitelenebilmektedir. Fakat bir yandan, romandaki hadiseler zincirinin birçok aşamasında karakterlerin diyaloglarının uzun tutulmuş olması, kimi zaman olay örgüsünden sapılarak karakter analizlerine başvurulması akıcılık unsurunu olumsuz yönde etkileyen etmenler olarak belirtilebilir.
Genel: Yukarıda belirtilen kıstaslar uyarınca 10 üzerinden bir değerlendirme yapılması gerekirse;
Konu: 7
Üslup: 8.5
Özgünlük: 7
Karakter: 9
Akıcılık:7
olmak üzere genel ortalaması: 7.7'dir. 7 sınırının oldukça üzerinde olması ve üslup, karakter tahlilleri ile derin mesajlar ihtiva etmesi sebebiyle muhakkak okunması gereken bir eser olduğu da belirtilmelidir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar
Budala (Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi)
Yazar:Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Basım Tarihi: 8. Basım Kasım-2019
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments