YORUMLAR:
Cumhurbaşkanımız tarafından kaleme alınan eserde, BM’nin günümüz şartlarında adaletsizliğe sebep olan işleyişine dair sorunlara ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerine değinilmektedir.
Birleşmiş Milletlerin öncelikle temel yapısına ve dünyada sebep olduğu onlarca konuya değinerek açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı, günümüz dünyasındaki haksızlığa uğrayan ülkelerin yaşadıklarından 1945 yılında kurulmasına rağmen hala aynı şekilde devam eden BM’nin adaletsiz işleyişini sorumlu tutmaktadır. Hem dünyadaki ekonomik ve siyasi aktörlerin değişmeye başlaması, hem de söz konusu sistemin başından beri kusurlu ve beş ülkenin siyasi çıkarını muhafaza eden karar mekanizmasının devam ettirilmeye çalışıldığı takdirde üçüncü dünya savaşına da zemin hazırladığına dikkat çekmektedir.
Dünyadaki birçok topluluğu ve ülkeyi temsil yetkisini haiz olmayan BM’nin yapısı sebebiyle bu ülkelerin hem bu yapıya destek vermek zorunda olmasının hem de hiçbir etkilerinin olmadığından bahsetmiştir. Buradaki en önemli örnekler; Japonya, Almanya, Endonezya, Brezilya, Hindistan ve Pakistan olarak sayılmıştır.
Ekonomik bir müşküliyet meydana getirmesinin yanında, siyasi olarak da daimi üyeler dışında hiçbir ülkeye hizmet edemeyen yapının dünya çapında meydana gelen gerginliklerde de önemli bir rol oynadığından bahsedilmiştir.
Sayılan sorunlara çözüm olarak ise, daimi üyeliğin kaldırılarak Güvenlik Konseyi’ndeki ülkelerin ellerinden veto yetkisini almanın gerektiğini belirten Cumhurbaşkanımız, buna ek olarak bu Konsey üyelerinin Genel Kurul’da oy haklarının olmamasını da tavsiye etmiştir. Düzenli bir seçimle adeta bir meclis şeklinde işlemesi önerilen BM Genel Kurul’unda Güvenlik Konseyi’nin uygulamaları ile Genel Kurul’daki ülkelere de hizmet edebilecek bir mekanizma haline getirilmesi planlanmıştır.
Bugüne kadar daimi üyelerin herhangi birisinin dahi veto etmesiyle birçok önemli konuda karar alınamadığı göz önüne alındığında geliştirilmeye açık olsa da oldukça mühim bir reform önerisinden bahsedildiğini belirtmek gerekmektedir. Özellikle kitapta bahsedilen Kudüs’te İsrail Büyükelçiliği’nin açılması kararında daimi üyelerden olan ABD’nin imzası olan karar sebebiyle İsrail’e yaptırım uygulanması yine ABD’nin veto kararıyla etkisiz hale getirilmiştir. Böylece, mevcut BM sisteminin ne kadar çarpıklaşmış ve adaletten uzak olduğu gözler önüne serilmiştir.
Notlar bölümünde belirtilen somut bilgiler ve Cumhurbaşkanımızın şahsi düşünceleri eşliğinde, mevcut dünya düzeninin neden bu kadar çarpık hale geldiğini çok daha açık bir şekilde ortaya koyabilmesi hasebiyle eser, kesinlikle okunup incelenmesi gereken kitaplardan birisidir.
NOTLAR(*):
Kıta olarak bakıldığında, Güvenlik Konseyi’nin mevcut asli üyeleri Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarındandır. Dini gruplar açısından bakıldığında ise konseyin daimi üyeleri ağırlıklı olarak Hristiyan’dır. Dünyada önemli inanç gruplarından lan Müslümanlar ve sayıca yüksek olan diğer inançlar, Konsey’de temsil edilmemektedir. Dünya nüfusunun üçte birini oluşturan, 57 ülkesi olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın maalesef bu önemli mekanizmada hiçbir ağırlığı ve temsili yoktur. Köken açısından ise Arap, Türk, Hintli, Endonezyalı, Afrikalı gibi dünyanın önde gelen milletlerinin Konsey’de hiçbir temsili bulunmamaktadır. İki yıl süreyle seçilen geçici üyelerin ise Konsey kararlarında önemli bir söz hakkı yoktur.
Bu kapsamda, Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üye sayısının 5 yerine, 20 olmasını teklif ediyoruz. Genel Kurul’un yetkilerinin artırıldığı, Güvenlik Konseyi’nin tek belirleyici olmadığı ve Genel Kurul’a hesap verebildiği bir yapıya kavuşturularak denge sağlanması gerektiğini ileri sürüyoruz. Konsey’de yer alacak 20 ülkenin Genel Kurul’dan seçilmesi de alternatif çözüm olarak öne sürülebilir. Böylece, dünyadaki tüm ülkelerin bu önemli karar mekanizmasında yer alması alabilmesi temin edilmiş olacaktır. Reform ve yeniden yapılandırma konusunda bir teklif türünün başarılı olabilmesinin öncelikli koşulu mevcut şekliyle daimi üyelik paradigmasının ve üyelerin, tıkanıklığın asıl nedenlerinden biri olarak ortaya çıkan veto yetkilerini kaldırmaktır.
Türkiye’nin yaptığı uluslararası insani yardım ve kalkınma yardımı tutarı 5 milyar doları geçmiş durumdadır. Türkiye milli gelirinin yüzde 0,79’unu insani yardım için ayırarak dünyanın en cömert ülkesi oldu.
Gizli bir şekilde varılan uzlaşıyla ortaya çıkan Sykes-Picot Anlaşması bölge halklarının ve devletlerinin düşüncelerini, bölgenin sosyolojisi ve tarihini göz ardı eden bir düzen kurma arzusundaydı. Anlaşmanın tatbik edilmesi mümkün olmadı ancak anlaşmayla tecessüm etmiş zihniyet bir kara bulut gibi 20. Yüzyıl tarihi boyunca sürekli bir biçimde Orta Doğu’nun üzerinde dolaşmaya devam etti.
Küresel sistemdeki dönüşüm aslen 2001 yılıyla beraber başladı. 11 Eylül’le birlikte genişleyen uluslararası terörizm ve terörizmle mücadele güvenlik krizini daha da ileri boyutlara taşıyıp uluslararası sistemi derinden sarstı. ABD ve Avrupa’yı içeride ve dışarıda güvenlikçi politikalara hapseden bu süreç 2008 yılında başlayan mali krizle birlikte küresel bir ekonomik bunalımın ortaya çıkmasına neden oldu. Ekonomik kriz, küresel ekonomik düzenin kırılganlıklarını tüm açıklığıyla ortaya çıkarırken, Batı dışı ekonomilerin yükselişe geçmesini de beraberinde getirdi. Ekonomik krizi ise 2010’larla birlikte başlayan küresel yönetişim krizi takip etti. Orta Doğu ölçeğinde Arap halklarının ekmek, adalet ve özgürlük talepleriyle sokaklara dökülmesi Orta Doğu’nun geleceği açısından bir umut ışığı ortaya çıkarsa da Batı’nın samimi olmaktan uzak tavrı nedeniyle halkların değil, çıkarlarının ve statükonun devamından yana olan odakların istediklerini elde etmelerini sağladı.
Korona salgını sonrası uluslararası siyasetin çok kutuplu bir karaktere sahip olacağı daha net bir şekilde anlaşılacaktır.
Bir düzen kurma ve istikrarı yaşatma fikri yok, kavgadan ve öfkeden beslenme var.
Daha büyük sorun Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı öncesine benzer bir jeopolitik hesaplaşma alanı haline dönüşmesidir. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşları zaten bu kıtada ortaya çıkmıştır. Avrupa’da doğacak böyle bir karmaşanın tüm dünya siyasetinde korkunç etkileri olacak, barış ve adalet arayışını yerle bir edecektir.
Dünyanın bir bölgesinde iki ülke arasında çıkacak bir kıvılcımın genel bir savaşa dönüşmesi ihtimali hepimizi düşünmeye ve hareket etmeye mecbur bırakıyor.
Üye sayısı bugün 193’e ulaşmış BM’nin meşru görülme oranı oldukça düşüktür. Genel Kurul’da yapılan tartışmalar bağlamında dikkatli bir şekilde incelenirse, ülkelerin %73’ünün BM’ye yönelik olumsuz bir bakış açısına sahip olduğu görülebilir.
Uluslararası toplum geçmişte emsaline az rastlanır bir göç kriziyle karşı karşıyadır. Bugün dünya genelinde, 260 milyona yakın göçmen, 80 milyonun üzerinde yerlerinden edilmiş kişi ve 25 milyona yakın mülteci bulunuyor. 2013 yılından bu yana çoğu kadın ve çocuk 20 bin insan, Akdeniz’de azgın dalgaların kurbanı oldu. Bütün bunları çatışmaların ve düzensiz göç hareketlerinin uzağında bir ülkenin cumhurbaşkanı olarak söylemiyorum. BM verilerine göre dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan bir ülkenin devlet başkanı olarak ifade ediyorum.
Türkiye bugün 3,6 milyon Suriyeli ve 365 binden fazla diğer uyruklardan olmak üzere, 4 milyon civarında mülteciyi topraklarında barındırıyor.
11 Eylül Amerikan halkının ve uluslararası toplumun terörizmin acımasız yüzüyle karşılaştığı bir dönüm noktası oldu. Sonrasında El Kaide terör örgütü, Madrid, Londra ,İstanbul ve dünyanın birçok başkentinde acımasızca sivilleri hedef aldı. Terörün bütün çıplaklığıyla küresel barışı tehdit ettiği bir ortamda maalesef uluslararası toplum ortak bir terör tanımı geliştiremedi. Neyin terör, netin terör olmadığını net bir şekilde ortaya koyamadı. Daha da kötüsü terör örgütleri arasında iyi terörist, kötü terörist ayrımı yapıldı.
Sadece 2014 yılında Gazze’de, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere, yaklaşık 2500 insan katledildi. BM ses çıkarmadı. AB bunu duymazlıktan geldi. İnsanlık bu devlet terörü karşısında maalesef susmayı tercih etti. 2014 yılında, 2500 kişiyi acımasızca katleden İsrail Başbakanı, hiç utanmadan, sıkılmadan, ar haya etmeden, en ön safta Paris’teki terör karşıtı yürüyüşe katıldı. Terörle mücadele, teröre karşı ortak duruş, ortak akıl bu değildir.
Bugün İngiltere nüfusunun %7’si Müslümanlardan oluşmaktadır. Müslümanların Avrupa’daki nüfusu 44 milyon iken, Amerika’da ise 5 milyon civarındadır. Dünya genelinde 400 milyon civarında Müslüman diaspora ve azınlık bulunmaktadır.
İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde atabileceğimiz pek çok adım bulunmaktadır. 10 yıllık eylem planında İslam düşmanlığı konusuna yer verilmişti ancak bu konuda olması gereken düzeyde bir çaba sergilenmiyor. Teşkilatın kurumsal olarak kendini bu asimetrik tehdide uyarlaması şarttır.
Dünya siyasetinin “Sıfır toplamlı bir oyun” olarak görüldüğü, nüfus alanlarını genişletmek için acımasız vekalet savaşlarının verildiği yıkıcı, yorucu ve gereksiz güç mücadelelerine şahitlik ettik.
Şu gerçeklerin artık farkına varılması gerekmektedir. Ya mevcut mekanizmalara format atacak ya da karamsarlık virüsünün bünyemizi daha çok sarmasını seyredeceğiz. Ya yeni aktörlerin talep ve önerilerine daha çok kulak kesilecek ya da çözümsüzlük üreten sisteme suni teneffüs yapmaya devam edeceğiz.
Cezasız kalan her suç, faili daha da azgınlaştırır. Filistin’de İsrail’in işlediği suçların giderek artmasının sebebi budur.
ABD, altında kendi imzası olan, Güvenlik Konseyi’nin 1980 yılında aldığı 478 sayılı kararını, son davranışıyla yok saymıştır. Bu karara göre, hiçbir ülke Kudüs’te büyükelçilik bulunduramaz.
2018 yılı içerisinde ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı Genel Kurul’da 128’e 9 oyla kınanırken, ABD bu kararı göz ardı etmekte hiç sakınca görmedi.
En ciddi arayışlardan birini yansıtan 2005 Annan planı genelde BM Güvenlik Konseyi’ne üyelik sayısına sıkışmış gibi görünmektedir. Model A ve Model B olarak zikredilen teklifler sırasıyla 6 yeni daimi üye ve 3 geçici daimi olmayan üye teklifi veya 8 dönüşümlü, 1 daimi olmayan üyelik teklifi yapmıştır. En kapsamlı model önerileri gibi görünen bu teklifler maalesef hem kuşatıcı olmaktan uzak kalmış hem de somut bazı talepleri yansıtmaya yönelik olduğundan ve bölünmelere sebebiyet verdiğinden başarı şansları hiç olmamıştır. İkinci teklif tipi ise sadece işleyişe ilişkin konuları ön plana çıkarmıştır. Burada da üç konu öncelik kazanmaktadır: Veto yetkisi, şeffaflık ve çalışma metotları.
BM 1945 yılında sadece 51 imzacı devlet tarafından kuruldu. Bugün 193 üyesi var. Üye sayısı 4 kat arttı. Artık sadece İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından kurulan bir uluslararası örgüt olarak görülemez. İkinci Dünya Savaşı’nın iki mağlup devleti olan Almanya ve Japonya artık BM bütçesine en çok katkı yapan ikinci ve üçüncü ülke konumuna geldiler. Fransa, İngiltere ve Rusya gibi Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerin maddi katkısı gittikçe azalırken, yükselen yeni güçlerin katkısı artış göstermektedir. Güvenlik Konseyi’nde Avrupa tek başına iki ülke ile temsil edilirken, Güney Amerika ve Afrika’dan tek bir üye bile bulunmamaktadır. Halbuki tüm Avrupa nüfusu dünya nüfusunun ancak yüzde beşine karşılık gelmektedir. 600 milyonun üzerindeki Güney Amerika Güvenlik Konsey’inde herhangi bir ülkeyle temsil edilmemektedir. 1.2 milyarlık Afrika’dan da bir ülke konseyde yer almamaktadır.
Hindistan, Brezilya, Endonezya ve Pakistan sadece dördü dünya nüfusunun dörtte birini meydana getirmektedir. Ancak hiçbiri Güvenlik Konseyi’nde yer almamaktadır. Daha genel bir ifadeyle söylemek gerekirse, beş daimi üye bugün dünya nüfusunun sadece dörtte birine karşılık gelmektedir. 1945 yılında bu beş daimi üye dünya nüfusunun yüzde 60’ını meydana getiriyordu. Ancak bugün sadece %26’sını temsil ediyor.
Ekonomi penceresinden bakınca da BM’de bir temsil açığı olduğu görülmektedir. Beş daimi üye BM bütçesinin %42’lik bir parçasını karşılarken, %58’lik parçasını karşılayan ülkeler kendi söz haklarının olmadığı bir kuruma ödeme yapmaya devam etmektedir. ABD’nin %22’lik katkısı düşünüldüğünde diğer dört üyenin sadece yüzde 20’lik oranda katkı sunması daha da çarpıcı bir tablo ortaya koymaktadır.
Güvenlik Konseyi’nin üyeleri Genel Kurul’dan çıkmalıdır. Ve görev süreleri belirli olmalıdır. Daimi üyelik gibi bir kural olmamalıdır. Bu reformun da bel kemiğini oluşturmalıdır. Veto yetkileri kaldırılmalıdır. Bu nedenle dönüşümlü üyelik sistemine geçilmelidir. Güvenlik Konseyi’ndeki hiçbir devlet süresiz olarak Konsey’de kalmamalıdır. Görev süresi bittiğinde tekrar üyelik için aday olmalıdır. Eğer bir devlet Güvenlik Konseyi’ne dahil olmak isterse yarışmacı bir mantık üzerinden yapılacak düzenlemelere uyum göstermelidir.
BM’nin bütün tarihine bakıldığında veto yetkisi maalesef en kritik konularda ve rahatça kullanılmaktadır. Rakamlarla söylemek gerekirse, BM Güvenlik Konseyi’nin önüne gelen 2446 tasarıdan 249’u veto edilmiş. Bunların 112’si Rusya, 81’i Amerika, 29’u İngiltere, 16’sı Fransa ve 11’i Çin tarafından kullanıldı. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, masaya gelen konuların neredeyse %10’u bir veya birkaç daimi üye tarafından veto edilmiş ve sonuçsuz kalmıştır. Kimse diğer %90’a aldanmasın. Konsey’de kabul edilen konu başlıkları nadiren kritik konular üzerinedir. Veto yetkisinin kullanıldığı %10 kritik konuları kapsamaktadır. Veto yetkisinin kullanılmasından daha kötüsü, veto tehdidinin kullanılmasıdır. Maalesef bu istatistiğe girmeyen yüzlerce konu bu tehdit nedeniyle Konsey’in önüne gelebilme şansını bile yitirmiştir.
BM sözleşmesine göre, BM’ni herhangi bağlayıcı bir karar alabilmesi için Genel Kurul’da üçte iki çoğunluğun sağlanması ve daha sonra Güvenlik Konsey’inde de tek bir ülkenin dahi vetosuna uğramadan kabul edilmesi gerekiyor. Bu nedenle ilk adım üçte iki çoğunluğun sağlanmasından geçer.
Yeter ki dünya bir karar alsın ve dünyanın beşten büyük olduğunu haykırsın. Bunu veto edebilme ayıbı da beş devletin olsun.
Dünya genelinde 170 milyon insanın acil yardıma ihtiyaç duyduğu bir tabloyla karşı karşıyayız. Açlık çekenlerin sayısı 820 milyonu aşarken, 70 milyondan fazla insan da çatışma ve baskılardan dolayı evlerini terk etmek zorunda kalmıştır.
DEĞERLENDİRME:
Konu: BM’nin günümüz şartlarında adaletsizliğe sebep olan işleyişine ilişkin sorunlara ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerine değinilmektedir.
Üslup: Eser, açık bir şekilde Cumhurbaşkanımızın konuşma biçimini okuyucusuna hissettirmektedir. Bu yönüyle daha söyleşi mahiyetinde gibi gözükse de, teknik ve somut veriler ışığında bir analiz gerçekleştirebilmesi için okuyucuya önemli hususlar hakkında bilgi de vermektedir. Ancak çözüm önerilerine dair olan kısımların hem ilk başta hem de eserin sonunda bahsedilmesi biçimsel bir kopukluk meydana getirmiştir.
Özgünlük: BM’nin genel yapısına ilişkin birçok siyasi liderin bugüne kadar olan eserleri incelendiğinde eser eşsiz olmasa da önemli bir başkaldırı mahiyetinde değerlendirilebilir. Aktif bir devlet başkanı tarafından bu tarz bir eserin kaleme alınması ise, özgün bir çalışma olarak değerlendirilmeye müsaittir.
Karakter: Eserin niteliği itibariyle bu kategoride bir değerlendirme gerçekleştirilmeyecektir.
Akıcılık: Üslup bölümünde bahsedilen hususlar kitabın bir solukta bitirilebilmesi ve teknik detaylar ile yorumların orantılı bir şekilde harmanlanması neticesinde sürükleyici bir eser meydana getirmiştir. Yalnızca çözüm önerilerinin iki bölümde bahsedilmesi yapısal bir kopukluk meydana getirdiğinden çözümlere ilişkin tekrar başa göz atma gereği meydana gelmesi sürükleyicilik unsuruna küçük bir engel teşkil edebilmektedir.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8,5
Üslup: 7,5
Özgünlük: 8,5
Akıcılık: 7,5
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8 puandır. Ayrıca bir devlet başkanının mevcut düzendeki en büyük ülkelere başkaldırı şeklinde bir eser kaleme alması, büyük bir cesaret örneği olmakla birlikte içerdiği argümanlar sebebiyle konuya ilgili olan herkes için incelenmesi gereken bir eserdir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
DAHA ADİL BİR DÜNYA MÜMKÜN
Yayınevi: Turkuvaz Yayınları
Baskı: 1. Baskı – Eylül 2021
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Komentarze