YORUMLAR:
Yazarı Erasmus tarafından kaleme alınan eser, deliliğe övgü adında olsa da esasında günümüze de birçok gönderme yaparak cehaletin erdem olduğuna dair birçok husustan bahsetmiştir. Bununla birlikte özellikle ahmaklığın insanoğlunun değişmez özelliklerinden olduğunu ve bu özelliğin insanlığın mutlu olması için de gerekli olduğunu dile getirmiştir.
Eserin girizgah kısmında kısaca nelerden bahsedeceğine değinen yazar, ana kısmında ise, ahmaklık sıfatını kişiselleştirerek onun ağzından insanlık için neden gerekli nitelik olduklarını anlatmaya koyulmaktadır. Bu özelliklerin insanlar için daha az bilgeliğe sebep olduğu ve ancak cahil insanların mutlu olabileceğini dile getirmiştir.
Hatta kendisini bilge gösteren ve öyle sanan kişilerin de bu ahmaklıktan nasibini aldığını ve bu sayede mutlu olduklarını iddia etmiştir. Kendisini dahi kitabın sonunda bu klasmanda gösteren yazar, söylediklerinin bir ahmak tarafından kaleme alındığını ve bu yüzden fazla ciddiye alınmamasını dahi dile getirmekten geri durmamıştır. Ancak kitabın genelinde budalalığa ilişkin gerçekleştirdiği güzellemelerin neticesi olarak bu minvalde bir sonuç beklenmesi gerektiği de birçok okuyucu tarafından tahmin edilebilir mahiyettedir.
Belirli gerçeklere parmak basmak için mübalağalı bir anlatıma da başvuran yazar, genel manada gerçek bilgelerin dünya üzerinde mutlu bir hayata sahip olamayacağını defalarca dile getirme konusunda ise özellikle durmuştur.
Bununla birlikte, eserin belirli bölümlerinde kadınlara ilişkin de düşüncelerini paylaşan yazar, hemcinslerine karşı oldukça sert ifadeler kullanarak kadınların tek derdinin erkeklere güzel gözükmek olduğunu ve onların ekseriyetle ahmak olduğunu dile getirmiştir. Bu konuya ilişkin kısımlar, notlar bölümünde yazarın ağzından da okunabileceği için bu ilginç bölümün doğrudan yazarın kaleminden incelenmesi gerektiği kanaatinde olduğumu belirtmem gerekmektedir.
Ahmaklık konusunda birçok mesleğe de değinen yazar, aslında ahmaklığı genel manada cehalet anlamında kullanmaktadır. Hatta bu konuda birçok vecizeyi de aynı şekilde cehalete dem vurarak okuyucuya iletmektedir. Bu yönüyle bu tabirin günümüzdeki anlamıyla birebir olarak değerlendirilmesi, eserin anlamında değişikliklere sebep olabilecektir.
Yazarın değindiği mesleklere gelecek olursak; bilhassa hukukçular için ifade ettiği hususlar, esasında günümüzde de birçok insan tarafından meslek mensuplarına yöneltilen eleştirilerden farksız değildir. Bir hukukçu olarak bu konuda genel olarak isabetli konulara da değindiğini düşündüğüm yazarın en büyük hatasının yine kadınlara ilişkin yaptığı gibi genellemeler üzerinden hareket etmesi olduğunu belirtmem gerekmektedir. Elbette bütün meslek mensuplarının yazarın dile getirdiği konularda ahmaklık seviyesinde davranışları söz konusu olabilir. Hatta bazı meslek mensupları bu konuda belki de toplum tarafından bu şekilde görülmeye daha yatkın da olabilir. Ancak tamamı üzerinden genellemeler gerçekleştirmek de bütün insanların aynı niteliğe sahip olduğunu ifade etmekle birlikte bilge kişilerin yalnızca belirli meslek gruplarından çıktığını ima eder ki bu da zinhar hatalı bir tespit olacaktır. Bu sebeple yazarın birçok konuda genellemeler yapmasının bilgelik esaslarına ilişkin dile getirdiği argümanlarıyla çeliştiğini belirtmek gerekmektedir. Belki de eserinin sonlarında kendisine de ahmak yani cahil yakıştırmasını yapmasının sebeplerinden birisi olarak bu husus telakki edilebilir.
Sonuç olarak eser, ahmaklık kavramı ışığında birçok konuya da değinmekte ve o dönemin şartlarında kaleme alınmış bir deneme tipi eser olarak görülmektedir. Bu yönüyle özellikle düşünce yazılarına ilgi duyan okuyucular için incelenmesi gereken eserlerden birisi olduğunu belirtmek gerekmektedir.
NOTLAR(*):
Ahmaklık öne atılır ve konuşmaya başlar: “İnsanlar dünyanın neresinde olursa olsun ve hakkımda ne derlerse desinler, ahmaklığa dair ne kadar kötü şeyler söylendiğini en ahmet olanlar da dahil herkes bilir. Bu hiçbir şeyi değiştirmez: Bunların uçuk kaçık ve neşeli olmalarını bana, evet sadece himmetime borçludur tanrılar ve insanlar.”
Kendini öven bitini duydukları akit hemencecik onu sonu olmayan bir aptallık ve arlanmazlık ile suçlayan pabucumun bilgelerini bir yana bırakıyorum. Bunlar öylesine bir tevazu havası estirirler ki, sanırsınız bitirim kalemşorları ya da kafiye madrabazını parayla tutup onların ağzından methiyeler düzdüren kendileri değildir. Sanki bu yeterince utanç verici değilmiş gibi bir de satın aldıkları yalan dolu satırları veya dizeleri dinledikçe tavus kuşu benzeri kabardıkça kabarırlar; üstelik düzenbaz hatiplerin birbirinden sunturlu yalanlarına kanıp kusursuz erdem kaynağı birer tanrı olduklarına inanıverirler. Velhasıl şu atasözünün de buyurduğu gibi “Seni öven yoksa, sen de kendini öv”.
Varlığımı yok sayamadıkları halde bilgelikten kendilerine birer maske ve unvan devşirenler, kaftan giyinmiş maymun ya da aslan postuna bürünmüş eşek misali gururla dolanır ortalıkta.
Hani şu üslup ustaları var ya, sözü ona eserlerini ortaya koyacakları vakit her fırsatta sülüklere özgü çift dil kullanarak yabancı sözcük dağarcıklarını gözler önüne sergilemek için Latince metne hiç yeri değilken Yunanca hercai sözcükler serpiştirmek suretiyle ne kadar bilge olduklarının altını çizmek isterler. Diyelim ki sözcük dağarcıkları bir yerde yetersiz kaldı, o vakit daha önce hiç açmadıkları küflü kitaplardan modası geçmiş birkaç terim bulup okura bunu yutturabilecekleri zannıyla ne yapar eder eklerler yapıtlarına: Onları anladığını zanneden aslında kendince bir şeyler kurgulamış, onları anlamamış olan da yazarın ne kadar müthiş bir deha olduğunun farkına varmış olur.
Halk dilinde dolaşan manidar bir vecizeyi hatırlatmak isterim sizlere: Sadece budalalıktır gençliği miskinliğe iten ve baş belası yaşlılığı defeden.
Öncelikle güzellik gibi bir değerleri var ki bu onlar için ger şeyin önünde gelir. Güzellik marifetiyle zalimleri bile dize getirip mazluma çevirirler. Nereden geliyor erkeğin kaba saba gövdesi, tüylü derisi, ormansı sakalı, hasılı gençliğe zıt görünümü. Yanıt çok basit: Aklından. Hatunlara ise kanlı canlı pürüzsüz yanaklar, şuh bir ses, ipeksi bir cilt kalır ki bunlar da onları ebediyen genç kalacaklarmış gibi göstermeye yeter de artar. Erkeklerin hoşuna gitmekten başka ne beklentileri var hayattan? Yoksa neden bu kadar yıkanıp, saç baş yaptırsınlar ya da sürüp sürüştürsünler, takıp takıştırsınlar, hatta bin çeşit naz ve cilve ile kandırma sanatının erbabı olsunlar. Kadınların cazibelerini sadece budalalığa borçlu olduklarını sanırım kimse yadsıyamaz. Bir erkeğin şehvetini tatmin için kadının gönlünü çelsin diye kulağına neler fısıldadığını düşünsenize. Evet, artık biliyorsunuz en leziz ve nadide meyveleri hangi bahçeden devşirdiğini hayatın.
Benim dahil olmadığım hiçbir beraberlik sevinç ve mutluluk bahşedici olamaz. Yeryüzünde hiçbir halkın yöneticisine katlanamayacağı gibi, hiçbir bet kuluna, hiçbir nedime hanımına, hiçbir öğretmen öğrencisine, hiçbir arkadaş arkadaşına, hiçbir hatun erine, hiçbir mal sahibi kiracısına, hiçbir yoldaş yoldaşına, hiçbir alemci de içki sofrası paylaştığı alemciye dayanamazdı. Birbirlerini çekmek, nazlarına katlanmak, gerektiğinde akla hizmet edip her iki gözlerini de kapatmak ya da baldan leziz budalalığı karşılıklı ağızlarına çalmak zorundadırlar.
Aklı başında olan Sokrates haklı olarak bilge kişinin siyasetten uzak durmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Aslında belki de söylemek istediği şuydu: “İnsan olmak kaygısı mı taşıyorsun, o halde bilgelikten sakın kendini!”
Budala mahcubiyet nedir bilmez, olası tehlikeleri hesaba katma alışkanlığı da yoktur. Bilge kendinden evvelkilerin yazdığı kitaplara sığınır ve bunları karıştırmak suretiyle sözcükler arasında eşelenip durur. Budalaya gelince, o her işe kendi soyunur ve başarılı olmak için elinden geldiğince gayret eder.
Hayat da tiyatro oyununa benzer bir şeydir, maskesi düşene kadar herkes bu oyunu sürdürür. Hayattır nitekim insanlara olduklarından farklı roller biçen: Az önce morlar kuşanmış bir kral olan bir bakarsınız paçavralar içinde bir köle oluvermiş.
Abartılmış bilgelik ne kadar sersemce ise zıvanadan çıkmış akıl da bir o kadar tehlike arz eder.
Fakat at gramer bilmiyor diye nasıl bahtsız değilse, insan da budala olduğu için aynı şekilde bahtsız değildir, bu onun tabiatı gereğidir.
Şöyle iddia ederler: İnsanoğlu müstesna bir armağan olan bilim ile donatılmıştır; donatılmıştır ki doğanın ihmal ettiklerini ruhunun kudreti ile telafi etsin”. Sivrisineğin hatta bilimum ot ve çiçeğin yaratılmasında tabiat ana bunca cömert davranıyor, sıra insana geldiğinde işi savsaklıyor, sonra onun bu kusurunu da bilim kapatacak öyle mi? İnsanın kendisine fazilet bahşetsin diye icat edilen şey şimdi ona felaket getiriyor. İnsanın başına bela diğer tayfayla birlikte bilimler de onun hayatına girecek bir kapı aralığı buldular.
Zira doğanın ne hatası ne de kusuru vardır, yeter ki insanoğlu mutlak kudretin takdiriyle çekilmiş sınırları zorlamaya kalkmasın.
Bilgeler can sıkıcı ne varsa eşeleyip çıkarır, efendilerini usandırırlar; bildiklerinin aksine inat, çoğu zaman gerçeğin tortusunu hassas kulaklara fısıldarlar. Oysa bu efendiler, kendilerinin peşinde oldukları şeyleri soytarılarda bulurlar, üstelik nerede ve nasıl olacağını kendileri belirleyerek: Sohbet, kahkaha, zaman öldürme. Ve yabana atılamayacak bir yeteneği daha var ahmakların: sadece onlar dürüst ve gerçekten yanadır.
Ahmakça konuşup durur ahmak. Zira ahmağın kalbindeki cömertçe çehresine ve diline yansır. Oysa bilgeler iki dillidir; biriyle gerçekleri, diğeriyle de işlerine geleni zikrederler. Karayı aka, akı karaya çeviren; aynı ağızdan aynı anda hem soğuk hem de sıcak üfüren; ikna edici söylemleri yüreklerindekinden çok farklı olan ve bütün bunları göz önünde bulundurduğumda onca debdebe içinde yaşayan kudretli efendilerin aslında ne zavallı ve biçare insanlar olduğunu fark ediyorum.
Yanılmanın pek kötü bir şey olduğunda dem vurup durur bazıları. Hayır efendim, insanın başına gelebilecek en büyük kötülüktür hiç yanılmamak. Beşeri saadetin fikirlerle değil de olup bitenlerle açıklanabileceğini düşünen gafiller en sersemce yanılgıya düşenlerdir.
Ey akılları bu işlere ermediğinden başkalarının ahmaklığıyla eğlenen, onları her fırsatta alaya alan seçkin bilgeler, belki siz bana biat etmek zorunda değilsiniz, ama hiç olmazsa bu bitmez tükenmez neşe kaynağını bana borçlu olduğunuzu kabul ediniz. Güzide alimlerin ön sağını hukukçular tutar. Hakikaten bunlardan daha çok kendini bir şey sanan başka bir kesim yoktur. Mesleklerini böyle icra ederler ki saf ahali onların ne kadar çetin bir bilimle iştigal ettiğini sansın; bir şey ne kadar zahmetliyse o kadar önemlidir ya. Dilbazlıkta özenle seçilmiş yirmi kadınla aynı anda mücadele edebilecek yetenektedir hukukçular. Sadece gevezeliğe düşkün olsalar iyi, tacirliği de layığıyla becerirler. Abuk sabuk ne kadar mevzu varsa bu hususlarda münakaşaya tutuşurlar, öyle ki adeta ölesiye çarpışırken böylesi ateşli ortamlarda kendileriyle birlikte gerçekleri de bir güzel yitirirler.
Peşleri sıra gelen sakallı, cübbeli filozof güruhu derin bir korku uyandırır ahalide. Hakiki bilgelik payesini taşıma hakkı sadece onların tekelindedir, bununla övünürler.
Geldik ilahiyatçılara! Aslında serde arı kovanına çomak sokmayacak kadar akıllı olmak, leş gibi kokan bitkiye dokunmadan geçmek var ya… Zira bunlar burunları havada ve alıngandırlar. Beni tövbe etmeye mecbur kılmak için ne yapar eder kıssalarıyla taarruza geçerler. İnatlaşacak olsam “İmansız! Zındık!” diye feryat figan ederler.
“İnanç, umut edilenlere güvenmek, görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır”, ifadesini de kullanır Paulus.
Hiçbir şey anlamamak için aptal, ıslıklamak için yeteri kadar arlanmaz olmak ya da aynı çalımları ve ayak oyunlarını bilmek gerekir.
Kendilerini yerkürenin hakimleri yerine koyan bu beyler herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda doğrudan veya dolaylı olarak söyledikleriyle, sofizmlerine zıt düşen herkesi yalanlasın diye cebren mahkeme önüne getirirler. Ya da kehanet makamından buyururlar “Savunulan bu tez caiz değildir, yeterince saygılı değil, zındıklık kokuyor, kulağa berbat geliyor”.
Düşünsenize bir, adil ve gerçek bir hükümdar olmak isteyen kim tacını ve tahtını vefasızlık göstermek ya da kardeş kanı dökmek suretiyle elde etme hayaline kapılabilir! Bu işe soyunan zat bir kere kendine şunu söylemelidir “ Kim devlet işlerine el atıp yön vermeye kalkarsa, o günden itibaren kendisi için değil, halk için yaşar ve kamu çıkarlarını düşünür. Çıkartmak ve yürütmekten sorunlu olduğu yasaların öngördüğünden bir karış öteye geçemez. En alt düzeydeki memurundan en üstü düzey devlet görevlisine kadar resmi kadronun katıksız dürüstlüğünden tamamen mesuldür. Bütün bakışlar ona yönelmiştir; ister sevecen bir yıldız olup kusursuz işleriyle dünyaya saadet ve selamet bahşeder, isterse felaket yüklenmiş tekinsiz bir kuyruklu yıldız gibi dünyaya çarpıp ortalığı tarumar eyler. “
Ve egemenin kudreti vaktiyle ne kadar büyük idiyse, hesap sormanın şiddeti de o kadar yoğun olacaktır.
Egemen takımından çoktan adet haline gelmiş ne varsa papalar, kardinaller ve piskoposlar bir güzel taklit eder, bir de bu işte adeta birbirleriyle yarışırlar. O eldivenler her türlü dünyevi lekeden arınmış olarak kutsiyeti çekip çevirebilmen için mi ellerinde? Ya o elinde tuttuğun çoban değneği ne işe yarıyor? Sana zimmetlenmiş olan sürüyü layığıyla güdebilesin diye mi? Onun sıra aşınan haç da neyin nesi? Her türlü insanı tutkuyu hasarsız aşabilmen için mi? Mamafih konu paraya geldi mi, işlerinin amansız birer bekçisi kesilirler ve çevreyi anlamsız bakışlarla süzme alışkanlıkları birden sona erer.
Dünya hazlarından yana mı çarpıyor kalbiniz, öyleyse bilmeniz gerekir, bu yazıda onca önemle söz edilen kadınlar kalplerini tamamen ahmaklara kaptırmıştır. Bilginleri görünce tüyleri diken diken olur, hemen sıvışırlar, sanırsınız ki akrep gördüler. Kim hayatını eğlenceli biçimde düzenlemek, hoşça vakit geçirmek isterse bilgini kapısından sokmaz, hatta evine bilge almaktansa vahşi hayvan beslemeye hazırdır.
Herkesin malumu olan bir atasözünün de dediği gibi “İşin özü yoksa, iyi bir benzeri vardır”. “Doğru zamanda aptallığa vurmak en büyük bilgeliktir”.
Kim bilgisine bilgi eklerse, başına dert alır ve çok şey aldığından çok da huysuzlanır. Bilgenin yüreği hüznün, ahmağın yüreği neşenin olduğu yerdedir.
Ahmaklığını saklayan adam bilgeliğini saklayan adamdan daha iyidir.
Ahmak sokakta dolanırken rastladığı herkesi kendi gibi ahmak sanır.
Bitmek tükenmek bilmeyeni bitirmeye çaba harcamaya kalkışmadan ve sadece en önemli hususu vurgulamak adına açık yüreklilikle söylemeliyim ki Hıristiyanlık bir anlamda ahmaklığa fazlasıyla yakınken, bilgelikle sanki pek ilgisi yok gibi duruyor.
Bir ahmağın dilinden beklenmedik olağanüstü laflar döküldüğü sıkça görülmüştür. Yoksa bu laf hatun kısmı için geçerli değil mi sanırsınız? Ve şimdi bu apaçık görülüyor son sözü beklediğinizi görüyorum. Ama eğer bunca lakırdıyı düşünüp de ortaya döktüğümü ve bunca gevezeliğin ardından neler söylediğimi hatırlayacağımı zannediyorsanız aklınıza şaşarım. Bunca lakırdıyı düşünüp de ortaya döken ben değil miydim? Eski ama eskimemiş bir söz var ya “Hafızası kuvvetli meyhane arkadaşından nefret ederim”, işte ben onu “Hafızası kuvvetli dinleyiciden nefret ederim” diye değiştirmek isterim.
DEĞERLENDİRME:
Konu: Yazarın ahmaklık kavramı altında cehaletin insanlık için olmazsa olmaz özellik olduğunu birçok argüman ve örneklerle anlattığı düşünce yazılarının derlemesi işlenmiştir.
Üslup: Eserin çevirmeni tarafından sunuş bölümünde belirtildiği üzere, birçok eski kelimeden yararlanılmasının sebeplerinden birisi olarak yazarın da orijinal eserde çok farklı kelime tercihlerinin olduğu ifade edilmiştir. Esasında notlar kısmında belirtilen eleştirilerden birisinin aynı zamanda yazar tarafından gerçekleştirildiği anlamına gelse de, yazarın sonunda ifade ettiği gibi kendisi ile çelişmesinin beklenmesi doğal karşılanmalıdır. Eski kelimeler çok sık olmasa da eserde anlamın zenginleştiği göz önüne alındığında bu unsurun üslubu olumsuz olarak etkilediğinden bahsetmek yanlış olacaktır. Tam aksine, sadeleştirilmiş ve anlamı daralan kelimeler kullanılmasının eserin tesirinde olumsuz yönde etkileri olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Özgünlük: Yazıldığı dönem incelendiğinde oldukça sıra dışı olarak yorumlanan eserin, günümüzde dahi ilk okunduğunda okuyucuyu düşündüren unsurlarının bulunması romanlardan beklenen bir özgünlük sunmasa da eserin konusunun benzerlerinden oldukça farklı olduğunu göstermektedir.
Karakter: Eserin konusu ve türü sebebiyle doğrudan karakterler kullanılmamış gerçek hayattan, tarihi ya da mitolojik karakterlere yer verilmiştir. Ancak yazarın, kişilik ve karakter özelliklerini kimi zaman kişiselleştirerek canlandırması karakter kriterinin de değerlendirilmeye dahil edilmesinin en önemli sebebidir.
Akıcılık: Üslup bölümünde ifade edilenler dikkate alındığında türüne rağmen tek seferde ve sıkılmadan okunabilecek eserlerden olduğunu belirtmek gerekmektedir. Konusu itibarıyla de okuyucunun dikkatini sürekli çekmeyi başaran bir eser olmasının sürükleyicilik unsuruna da etkisinin oldukça fazla olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8,5
Üslup: 9
Özgünlük: 7,5
Karakter: 7
Akıcılık: 9
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8,2 puandır. Eser bu yönüyle de türüne rağmen kesinlikle okunması gereken klasikler arasında neden yer aldığını göstermektedir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
DELİLİĞE ÖVGÜ
Yazar: Erasmus
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Baskı: 13. Baskı – Kasım 2020
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments