YORUMLAR:
Doğruluk mefhumunu inceleyip tanımlamak için diyalektik yöntemi kullanarak çevresindeki insanlarla tartışan Sokrates'in aynı zamanda ideal devlet tanımını da doğruluk kavramından hareket ederek betimlemesinin işlendiği kitabın yazarı hepimizin bildiği üzere öğrencisi Platon'dur. Platon bu eseri kaleme aldığında, hocası idam edilmiş aynı zamanda kendisi de Atina'dan uzaklaşarak doğu memleketlerinde birtakım gözlemler amacı ile gitmiş olduğu seyahatten dönmüştür.
Doğru ve eğri insanın tartışılarak başlandığı eserde ilk olarak eğri insanların genel manada Tanrılara daha çok yaranabildiği çünkü doğru insanları aldatarak onlardan daha fazla kazanç sağladığını bu sayede Tanrılar için daha fazla hibe gerçekleştirdiği ileri sürülen savlar arasındadır. Ancak hem dinimiz hem de diğer birçok dinde de ifade edildiği üzere, önemli olan insanın dışarıda yaptığı değil asıl niyetinin ne olduğudur. Niyeti halis olmayanın gerçekleştirdiği iyilikler de yaratan karşısında doğru ama daha az hayır yapan insanların yanında değerli olmayacaktır. Dolayısıyla önemli olan iyilik ve doğru davranışlardan kaçınmadan bağış ve hayır işlemektir. Kaldı ki, kitabın ilerleyen sayfalarında Sokrates tarafından da bu gerçek ifade edilmiş ancak başlangıçta gerçekleştirmiş olduğu diyalektik tartışmalardan birisinde tartışmanın akıbeti için bunun aksini iddia etmiştir.
Eserde bir süre doğru ve eğri insanlar üzerinden devam eden söyleşiler, asıl amacın doğru insanların yetiştirilebileceği bir devlet modelinin konuşulması amacına dönmüştür. Sokrates'e göre, ülkenin koruyucularının (kendi belirlediği isim ile bekçileri) mal mülk edinmesinin engellenmesi gerektiği, diğer taraftan da hem sağlam bir bedensel eğitim hem de zihinsel olarak yetiştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu konuda özellikle, bekçilerin bir süre sonra ülkenin aynı zamanda yönetimi için de yetiştirilmesi gereken seçilmiş kişilerden oluşturulması gerektiği belirtilmiştir. Sokrates, 4 çeşit yönetim biçiminden bahsetmekle birlikte aralarında kendisinin savunduğu biçim Aristokrasidir. Bu durumun detaylı bir şekilde açıklamasını yapmış olan ünlü filozof, aristokrasi ile yönetilen bir ülkenin 3 sınıftan oluştuğunu, bu sınıfların; yönetenler, savaşanlar ve para kazananlar olarak ayrıldığını belirtmiştir. Bununla birlikte aristokrat bir devletin bilgelik, yiğitlik, doğruluk ve ölçülü bir şekilde yönetilmesi durumunda ancak gerçek anlamda hedefine ulaşacağını savunmuştur. Devlet yöneticilerinin bu sistemde diyalektik, astronomi ve geometri bilimlerini öğrenmeleri gerektiği ifade edilmiş hatta herkese uygulanacak ortak eğitim sisteminde fiziksel ve zihinsel olarak birtakım aşamalardan geçebilmiş kişilerin devlet yöneticiliği için eğitilmesini öngören bir eğitim modeli tasarlanmıştır.
Sokrates ayrıca, önceki paragrafta belirtilmiş olan bekçilerden bazılarının da gerekli niteliklere sahip olduğunun tespit edilmesi durumunda onların da devlet yöneticiliği için eğitilmesi gerektiğini, bir yandan da devlet yönetimini layıkıyla yerine getirebilecek kişilerin felsefeyi de gerçek manada bilen ve yaşayan kişiler olduğunu ifade etmiştir. Hatta bu konuda diyalektik yöntemi belirli bir yaşa kadar gençlere tam olarak öğretmenin de felsefenin manasını ve insanların gözündeki saygınlığını kaybedebileceği gerekçesiyle reddetmiştir. Dolayısıyla diyalektik bilimi Sokrates için insanların olgunluk döneminde öğretilmesi gereken bir bilim olarak ifade edilmiştir.
Müziğin dahi yeri geldiğinde ülke yönetimi tarafından kontrol ve denetimlere tabi tutulması gerektiğini savunan Sokrates, yanlış müziklerin insanları etkileyerek ülkenin bütünlüğünü bozma konusunda büyük bir tesir meydana getirebileceğini belirtmiştir. Günümüzde yaşanan olaylardan da anlaşılacağı üzere, her devrimin ( her ne kadar devrim dense de esasında Albert Camus'un Başkaldıran İnsan'da da ifade ettiği gibi doğru terimin devinim olduğu, çünkü devrimlerin neredeyse tamamının aynı düzeni farklı kişiler tarafından idame ettirdiği) marşları ile gündeme geldiği ve sembolik manalar taşıdığı göze alındığında Sokrates tarafından bu durumun antik Yunan'da tespit edilebilmiş olması önemlidir.
Aristokrasinin kısaca, devleti en üstün ve bilge kişilerin yönettiği sistem olarak tanımlayabileceğimiz Sokrates yönteminde, belirtildiği üzere 3 yönetim sistemi daha sayılmıştır. Bunlar arasında; oligarşi, zorbalık (mutlak yönetim ya da monarşi olarak ifade edilebilir.) ve demokrasi de mevcuttur. Özellikle demokrasi konusunda yaşadığı çağın çok sonralarına ışık tutabilecek açıklama ve tanımlar gerçekleştirmiştir. Öncelikle demokrasi sisteminde de, toplumun yöneticiler, zenginler ve halk kesiminden oluştuğunu ifade etmiştir. Halk kesimini, yönetime dahil olma arzusu olmayan ve buna karışmayan küçük gelirli insanlar olarak tanımlamıştır. Fakat bu tanımın ülkenin yönetimine katılmaması bakımından günümüzdeki manasını kaybettiği aşikardır. Her ne kadar aktif siyaset yapan kişi sayısı nüfusa oranla fazla olmasa da günümüzde sosyal medyanın da etkisi ile herkesin siyasete katılımı yüksek oranda gerçekleşmektedir. Özgürlük fikri sebebiyle yeri geldiğinde iyi bir yöneticinin dahi hain sayılarak cezalandırabileceği, insanlar arasındaki iletişimin toplumsal değerler yönünden zarar görebileceği belirtilen hususlar arasındadır. Bununla birlikte Sokrates, demokrasinin ideal bir yönetim biçimi olmadığı görüşünü özgürlük kavramının bir süre sonra toplumun zorbalığına dönüşmesi olarak gördüğü için belirtmiştir.
Bu aşamaya kadar, aristokrasi ideali uygun gözükse de notlar kısmında da belirtildiği üzere, Sokrates'in aristokrasi modelinde, yöneticiler ve toplumun her bireyinin belirli bir üretim aşamasına girmesi gerekmektedir. Bu modelde, günümüzdeki aile kavramının yok edilerek kişilerin ailesi ile yaşaması engellenmekte ve yalnızca belirli yaş aralıklarında üremesine izin verilmekte aksi takdirde yaptırımlar öngörülmektedir. Ayrıca birtakım çocukların istenilen niteliklerde olmaması halinde bu kişilere ehemmiyet verilmeyeceği da ifade edilmektedir. Çocukların aileye tabi olmaması, bekçilerin de herhangi bir malvarlığına sahip olmadığı her şeyin herkesin malı olduğunun öngörüldüğü bu düzen günümüzdeki tanımıyla sosyalizmin temelini oluşturmuş gibi gözükmektedir. Karl Marks'ın da belirttiği üzere, çocuk, ailenin değil toplumun çocuğu olarak nitelenmekte ve tam manasıyla insanların aile bağlarına tabi olması engellenmektedir. Sırf bu açıdan günümüze oranla dahi oldukça tepki çekebilecek tasarısının Antik Yunan'daki insanlar tarafından Tanrıları inkar etmek şeklinde değerlendirilip insanları manipüle etmek ile suçlanması anlaşılabilmektedir.
Devletin yapısı ve bireyleri ile ilgili müspet eğitim sistemi bakımından örnek alınabilecek bir eser olsa da, toplum yapısının inşası ve temel ahlaki değerler bakımından uygulanması etik dışı neticeler meydana getirmesi muhtemel fikirlerin bulunduğu kitap yazıldığı dönem göz önüne alındığında oldukça radikaldir. Günümüzde hala uygulanmakta olan yönetim şekillerine ilişkin kapsamlı ve isabetli görüşler de ihtiva eden eser, dini ve ahlaki yönlerden ise oldukça tartışmaya açıktır.
NOTLAR (*):
Bir çılgına gerçeği gibi söyleyene doğru adam denemez... Demek oluyor ki, doğruluk gerçeği söylemek, aldığını vermek diye anlatılamaz.
İnsan sık sık aldanır. Doğruluğu, kötü sandığı dostlarına zarar vermekte, iyi sandığı düşmanlarına da iyilik etmekte görür.
Ne dostuna ne de başkasına kötülük etmek doğru adamın işi değildir, kötü adamın işidir. Öyleyse şu sonuca varıyoruz: Biri çıkar da, doğruluk, herkese borçlu olduğumuzu vermektir, derse, bundan da doğru adamın borcu düşmana kötülük, dosta iyilik olduğunu anlarsa, bu sözü söyleyen, akla uygun söz söylemiş olmaz. Söylediği gerçeğe aykırıdır; çünkü bir kimseye kötülük etmenin hiçbir durumda doğru olmadığını gördük.
Cezanın en büyüğü, kendimiz yönetime karışmayınca daha kötü birinin yönetimine girmiş olmaktır. Bence en değerli insanlar, bundan korktukları için yönetmeyi ele alırlar; yoksa bir nimete konmak, rahatlarını sağlamak için değil.
Biri çıkar da eğrilerin bir araya gelip iş gördükleri de olur derse, gene de tam doğru bir şey söylemiş olmaz; çünkü onlar, büsbütün eğri olsalardı birbirlerini gözetmezlerdi. Düşmanlarına kötülük ederken birbirlerine de kötülük ederlerdi. Eğri işlere girişenler, kendilerini yarı kaptırmışlardır eğriliğe. Büsbütün kötü, eğri olan insanlar iş görme gücünden yoksundurlar.
Doğruluğun ne olduğunu bilmedikçe, doğruluğun iyilik olup olmadığını nasıl kestirebiliriz?
Eğri adam doğru görünmekle devlette söz sahibi olur, dilediği ailende kız alır, kızlarını dilediğine verir, gözüne kesitrdiğiyle dost, ortak olur. Her işi kendi tarafına yorar. Çünkü haksızlık etmekten çekinmez. Kendi işlerinde ya da devlet işlerinde biriyle takıştı mı, üstün gelir; kazanç sağlar, zenginleşir, dostlarına iyilik, düşmanlarına kötülük edebilir. Tanrılara bol bol kurban keser, büyük adaklar adar. Tanrılara da, istediklerine de, doğru adamdan daha çok yaranabilir.
İnsanlar kötülüğe akın akın gider, Kolay ulaşır ona.Yolu düz, yeri yakındır kötülüğün.İyiliğin önüneyse, alın terini komuş Tanrılar
Değerli insan kendine yeter, tek başına yaşamanın tadına varabilir. Herkesten daha az arar başkalarını.
Devleti yönetenler, devletin yararına, düşmanlarına ya da yurttaşlarına yalan söyleyebilirler. Bunların dışında kimse böyle bir yola başvuramaz. Yönetilenin yönetene yalan söylemesi, hastanın hekime, öğrencinin öğretmene yalan söylemesi kadar, ya da gemicinin kaptandan gemi ve gemicilerin durumunu hizlemesi kadar büyük, daha da büyük bir suçtur.
Yalnız bedenlerinin gelişmesiyle uğraşanlar gereğinden çok sert, yalnız müzikle uğraşanlarsa, kendilerine yakışmayacak kadar gevşek olurlar. Oysa ki, sertlik insanın içindeki coşkunluktan gelse bile, eğitim yoluyla yiğitliğe çevrilebilir. Ama bu sertlik aşırı bir hale gelirse, çekilmez bir kabalık doğurur.
Ülkenin güvenliği için görevlendirilecek bekçiler, kesin bir zorunluluk olmadıkça, hiçbiri mal mülk edinmesin. Sonra oturdukları yer, yiyeceklerini sakladıkları ambar, her isteyenin girebileceği yerler olmalı. Yiyecekleri de ölçülü ve yiğit savaşçılara yaraşan cinsten olsun. Bekçiliğine karşılık, yurttaşların kendilerine verecekleri, bir yıllık yiyeceklerinden ne çok ne de az olsun. Gümüş ve altına gelince, diyeceğiz ki onlara; içlerinde Tanrı'nın koyduğu altını, gümüşü saklayanların, insanların vereceği altında ve gümüşte gözü olmaz. Kendi altın yaradılışlarını dünyanın altınıyla kirletmek günahtır.
Müziğin kontrol edilmesi gerektiği aksi halde, kanuna saygısızlık buradan başlayıp yavaş yavaş gelenek, göreneklerimize sızıyor, sonra daha da güçlenerek insanlar arasındaki davranışlara geçiyor, oradan da küstahça devletin anayasasına.
Ne de güzel yaşar bu hastalar! Boyuna hekime gider, ilaçlar alır, hastalıklarını büsbütün azdırmaktan başka bir iş yapmazlar. Gene de yeni bir ilaçla kurtulacaklarını umarlar. Sarhoş olmaktan, göbek şişirmekten, kadınlarla düşüp kalkmaktan, yan gelip yatmaktan vazgeçmedikçe size ne ilaç kar eder, ne dağlama, ne kesip biçme, ne büyü ne de muska!
Toplumu iyi edeceğiz diye bir sürü kanunlar korlar, böylece kötülüklere bir son vereceklerini umarlar. Ama aslında, Hydra'nın bin başından birini kestiklerini, her kestikleri başın yerine de yeniden ikisinin çıktığını fark edemezler.
Tabiata uygun olarak kurulmuş bir devlet akıllı olmasını kendini yöneten küçük bir topluluğun bilgisine borçludur. Bilgelik diyebileceğimiz bilgi de budur.
Korkulacak ve korkulmayacak şeyler üstüne, kanunlara uygun olarak, beslediğimiz inancın sarsılmazlığına yiğitlik diyorum.
Devlette aranan değerlerden olan ölçü, yiğitlik ve bilgelik gibi değildir. Bu ikisi toplumun yalnız bir parçasında bulunur. Bütün toplumu da yiğit ve bilge kılar. Ölçüyse, büyün topluma yayılır. Büyün yurttaşlar arasında tam bir düzen kurar. Aşağı, orta, yukarı, güçlü, güçsüz, zengin fakir herkes aynı ahenge uyar. İşte bu uyuşmaya ölçü diyebiliriz. Bu öyle bir uyuşmadır ki, orada iyi yanla kötü yandan hangisinin başa geçeceği bellidir. İster tek insanın içinde, ister toplumda olsun.
Herkesin kendi işine bakması, başkalarının işine karışmaması doğru bir şeydir. Kendi işimizi istenilen biçimde yapmak; işte doğruluk bu olabilir!
Doğru adamın içinde bir düzen kuruluyor. Bu adam kendi kendini yönetiyor, yola sokuyor. Kendi kendinin dostu oluyor. Tıpkı müzikteki alçak, yüksek orta ve bütün ara tonlar gibi. İçindeki üç yanı birbirine bağlıyor; çokken, bir tek oluyor; tam bir ölçüye ve uyuma varıyor. Ondan sonra artık ne işe girişirse girişsin, ister zengin olmaya çalışsın, ister bedenini geliştirmeye, ister devlet işlerini görmeye, ister insanlarla alışveriş etmeye; her yaptığında doğru ve güzel diyeceği şey içinde böyle bir düzeni gerçekleştirmek olacak. Bunu yapmasını bilmeyi bilgelik sayacak. Tersine bu durumun bozulmasına, bu düzeni kurmayı bilmeye de eğrilik diyecek.
Bekçilerimizin kadınları hepsinin arasında ortak olacak, hiçbiri hiçbir erkekle ayrı oturmayacak. Çocuklar da ortak olacak. Baba oğlunu, oğul babasını bilmeyecek. Üzerinde anlaştığımız ilkelere göre, her iki cinsin de en iyilerinin en fazla, en kötülerinin de en az çiftleşmeleri gerekir. Ayrıca en kötülerin değil, en iyilerin çocuklarını büyütmeliyiz ki, sürünün cinsi bozulmasın. Bunun için başvurulacak çareleri yalnız devlet adamları bilmeli, yoksa bekçiler arasında çatışmalar olabilir.
Doğan çocuklara gelince, bunları özel bir kurula bırakmalı, bu kurulda kadınlar da olacak, erkekler de; çünkü devlet işlerinde her iki cins de ortaktır. Bu kurul, en seçkin yurttaşların çocuklarını bir yuvaya yerleştirir, onları şehrin belli bir semtinde oturacak bakıcı kadınlara emanet eder. Seçkin olmayan yurttaşların ve daha başkalarının doğuştan bir eksikliği olan çocukları da gözden uzak uygun bir yerde bırakılır.
Kadın, 20'sinden 40'ına kadar çocuk verecek devlete; erkekse, yarışta ne azgın olduğu çağı geçtikten sonra, elli beşine kadar yapacak bu işi. Eğer bir kimse bu yaşların altında ve üstünde çocuk yapacak olursa, onu dine ve devlete karşı bir suç işlemiş sayacağız. Devlet iki insanı birleştirmedikçe, bunlar üretme çağında olsalar da, birleşirlerse, kanuna karşı gelmiş olacaklar. Nişansız, törensiz doğan çocuk piç sayılacak. Ama kadınlar da erkekler de, devlete çocuk verme çağını geçtikten sonra istedikleriyle birleşmekte serbest bırakılmalılar bence. Bu serbestliği verirken diyeceğiz ki onlara: Doğsun doğmasın, çocuk yapmamak için bütün tedbirleri alacaksınız. Bu tedbirler boşa çıkarsa devlet doğan çocuğu beslemeyecek. Anasının babasının üretme çağında doğmuş diğer çocuklara da kardeş diyecek. Bunlarla her türlü cinsel birleşmeden kaçınılacak. Bununla birlikte, kura öyle çıkmışsa, Pythia da hoş görürse, kanun, kız kardeşlerle erkek kardeşlerin birleşmesine izin verecek.
Tiyatro, koro meraklıları güzel seslere, güzel renklere, güzel biçimlere, kısaca güzelliğin belirdiği her şeye hayrandırlar. Ama güzelin kendini görmeye ve sevmeye varamaz düşünceleri. Ama güzelin kendine varabilen, onu özbeöz görebilenler çok azdır.
Devlet yöneticilerinde aranan şartlar; en dayanıklı, en yiğit ve mümkünse en güzellerini seçeceğiz. Ayrıca yalnız iyi huylu, aklı başında olmalarına değil, vereceğimiz eğitime elverişli bir yaradılışta olmalarına da bakacağız.
Çocuklara zor kullanmayacaksın. Eğitimin onlar için bir oyun olmasını sağlayacaksın. Böylece onların yaratılıştan neye elverişli olduklarını daha iyi anlarsın. Çocukları savaşa at üstünde götürmeli ki olanı biteni görsünler, tehlike olmadıkça savaşçıların yanı başına kadar sokulsun, yetiştirilen genç köpekler gibi, kanı koklasınlar. Bütün bu işlerde, derslerde ve tehlikelerde en atılgan olanını bir yana ayıracaksın. Bunu da çocukların beden eğitimi derslerini bıraktığı yaşta gerçekleştirmek gerekir. Çünkü, iki üç yıl süren bu dersler sırasında başka hiçbir şey yapamazlar. Yorgunluk ve uyku, kafa çalışmalarının düşmanıdır. Hem sonra beden eğitimi dersleri en önemli denemelerden birisidir. Herkesin beden işlerindeki değeri orada ortaya çıkar. Bundan sonra, yirmisine varan delikanlılar arasında bir seçme yapılacak. Seçilenler ötekilerden daha üstün tutulacak ve çocukken onlara karmakarışık verilen bilgiler artık bir sıraya konarak verilecek ki, bakalım hem bilimlerin kendi kendileriyle hem de gerçek varlıkla ilintilerini geniş bir görüşle kavrayabiliyorlar mı? Diyalektiğe hangilerinin elverişli, hangilerinin elverişsiz olduğunu da ancak şöyle anlayabiliriz: Geniş bir görüşe yükselebilenler diyalektikçi olur, ötekiler olamaz!
Delikanlılar diyalektiğin tadına vardılar mı aşırı giderler, bir oyun yaparlar onu. Birbirlerinin tam tersini söylemekte kullanırlar. Kendilerini bozanlar gibi onlar da başkalarını bozmaya çalışırlar. Karşılarındakini sık sık bozduktan ve kendileri de bir hayli bozulduktan sonra, önce inandıkları hiçbir şeye inanmaz olurlar artık. Sonunda onlar da, onlarla birlikte bütün felsefe de halkın gözünden düşer. İnsan olgun bir çağa vardı mı, bu hale düşmek istemez. Söylenenin tersini söylemekten zevk alana değil, doğruyu aramak için tartışanlara benzemeye çalışır. Ölçüyü kaçırmadığı için de filozofluğu küçültecek yerde saydırır herkese.
En iyi düzene varmak isteyen devlette kadınlar, çocuklar ve büyün eğitim ortak olacak. Savaşta ve barışta girişilen büyün işlerde de öyle. Hem felsefede hem savaşta en üstün gelen yurttaşlar da bu devletin başına geçecek. Önderler yetişmiş askerleri, yukarıda anlattığımız evlere götürüp yerleştirecekler. Bu evlerde hiçbir şey kimsenin öz malı olmayacak, her şey herkesin olacak.
Oligarşi, gelir üstünlüğüne dayanan devlettir. Zenginlerin yürüttüğü, fakirlerin hiç karışmadığı düzen. Bir devlette zenginlik ve zenginler baş tacı olunca, doğruluğun ve doğru insanların şerefi azalır.
Bizce iyi adam olmak kolay değildi; önce insanın doğuştan bir üstünlüğü olacak diyorduk, çocukken hep güzel şeylerle oynayacak, sonra kendini bütün güzel şeyleri öğrenmeye verecek. Demokraside hiçe sayılır bütün bunlar. Bir devlet adamının nasıl yetişmesi, ne bilgiler edinmesi gerektiği düşünülmez. Kendimize halkın dostu dedirtmek yeter; büyün şerefler kazanılır onunla.
Zorbalık devlet sisteminin, demokrasiden doğduğu şüphe götürmez. Çünkü özgürlük kavramı, demokraside herkesin en güzel dediği şeydir. Özgür doğan bir insan yalnız böyle bir devlette yaşayabilir, derler duymuşsundur. Bu özgürlüğe susamış devletin başındakiler içki sunmasını bilmeyen sakilere döndü mü, demokrasi alabildiğine hürriyet içip sarhoş olur. Halkı yönetenler her yola girmesini beceremez, her istenen özgürlüğü veremez olunca halk onları suçlandırır, hain diye, oligark diye cezalandırır.
Böyle bir devlette öğretmen öğrencilerinden çekinir, onların suyuna gider, öğrencilerse büyükleriyle olduğu gibi öğretmenleriyle de alay ederler. Her yerde gençler, yaşlılarla bir sayarlar kendilerini, sözde olsun, işte olsun yarışa girerler onlarla. Yaşlılar da gençlerin hoşuna gitmek için şakacı, eğlenceli olmaya çalışırlar. Dolayısıyla aşırı özgürlüğün tepkisi, insanda da, toplumda da aşırı bir kölelikten başka bir şey olamaz sanırım.
Demokraside toplum 3 sınıfa ayrılır; yönetenler, zenginler ve halk. Halk, yani büyün işçiler ve devlet işlerine karışmayan küçük gelirli insanlar. Demokrasilerde en kalabalık ve birlik olabilirlerse en güçlü sınıf budur. Ama kolay birlik olamaz bu sınıf. Baldan ona da bir pay verdikçe sesi çıkmaz.
DEĞERLENDİRME:
Konu: İdeal devlet ve doğruluğun peşindeki insanın nasıl olması gerektiğini konu edinmektedir. Yazıldığı döneme göre oldukça sıra dışı olarak telakki edilebilecek eser, felsefe tarihinde cevaplanmayı bekleyen birçok soruyu da gündeme getirerek bazılarının cevaplanabilmesi için ışık tutmaktadır.
Üslup: Eserin yazarı olan Platon'un konuları monolog değil diyalog şeklinde işlemesi, okuyucu için olay ve mantık örgüsünün takip edilmesini kolaylaştıran bir etmen olarak değerlendirilebilir.
Özgünlük: Yazıldığı dönemde işlemiş olduğu konular sebebiyle oldukça radikal ve dolayısıyla özgün bir eser olarak nitelendirilmeyi hak eden nadir eski eserlerden birisi olarak takdir edilmesi gereken bir unsur barındırmaktadır.
Karakter: Karakterler bakımından kitabın asıl sujesi olan Sokrates'in yanında Thrasymakhos gibi muhalif bir karakterin Sokrates ile olan fikri münakaşasından, Glaukon gibi Sokrates ile temelde görüş birliğinde olan ama diyalektik uygulamanın da birebir emsali olarak eserde katılmadığı görüşü dahi Sokrates ile tartışmak isteyen karakterleri barındıran eser, diyaloglar yardımıyla okuyucuların Sokrates'in düşüncelerine karşı meydana gelen sorularının birçoğunu dile getirme görevi görmektedir. Bu açıdan diğer yardımcı karakterler, eserin tamamlanmasına büyük katkı sağlamaktadır. Fakat bazı durumlarda aklınıza gelen soruyu sorma konusunda eksiklik hissettirebilmeleri de muhtemeldir.
Akıcılık: Sayılan dört unsur bakımından da, birbirini tamamlayan eserde akıcılık, kitabın konusuna göre oldukça tatmin edicidir. Bazı yerlerde ise, konunun temelinden koparak bazı detaylara açıklık getirmek için bütünden feragat edilmiş gibi hissettiren bölümler okuyucu için akıcılık unsurunu olumsuz etkileyebilecek etkenlerden birisi olarak sayılabilir.
Genel: Belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmelerden;
Konu: 8
Üslup: 8.5
Özgünlük: 9
Karakter: 8.5
Akıcılık: 7.5
alan eser genel olarak ise, 8.3 puan alarak neden binlerce yıldır okunması gerekenler listesinde bulunduğunu göstermektedir. Özellikle yalnızca felsefi eserleri okumak istemeyen okuyucular için hayata ve yaşama şekillerimize ilişkin de günlük hayatı etkileyen konuları işlemesi sebebiyle okunması gereken klasiklerden birisidir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
DEVLET (Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi)
Yazar: Platon
Basım Tarihi: 23. Basım - 2012
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments