YORUMLAR:
Necip Fazıl'ın 53 hikayesini barındıran eser genel manada kısa öykülerden oluşuyor. Fakat birkaç sayfalık öykülerle dahi ne kadar etkili mesajlar verilebileceğine ilişkin oldukça önemli bir eser olduğunu gösteriyor. Kimi öyküler gerçek anlamda okuyucuların tüylerini diken diken edebilme potansiyeline sahipken kimisi de yaşadığımız bugünün dünyası ile yazarın hayatta iken var olan dönemin farklarını ve benzerliklerini de bize karşılaştırma imkanı tanıyor.
Yazar, eserinde Allah'ın varlığı ve imana ilişkin konulara değinmenin yanında, Türkiye olarak toplumsal ve kültürel değişimimizin merhalelerinden sıkça bahsetmiş. Bununla birlikte dine ilişkin mesajlarını iletmek için ise Hasta Kumarbaz isimli karakterin birkaç hikaye dizisinden de yararlanmıştır. (Söz konusu hikayelere ilişkin alıntıların yapıldığı notun sonunda hangi hikayeden yararlanıldığı koyu punto ile ifade edilmiştir.) Bu karakter ile Dostoyevski'nin Kumarbaz kitabına gönderme yapmış ve oradaki Aleksey karakterinin sığlığını tenkit etmiştir. Diğer taraftan, bu karakter ile okuyucuya Allah inancı olsa da diğer gerekliliklerin yerine getirilmekten çekinilmesi durumunda yine yeterli kişisel başarımın gerçekleşemeyeceğini ifade etmek istemiştir.
Dinin yanında kültürel ve toplumsal değişimler konusundaki hikayelerinde ise, ülkemizin geçirmiş olduğu kıyafet tarzındaki değişikliklere eleştirel bir yaklaşım sergileyen yazar, batıya özenmenin kıyafetleri değiştirerek ve bilhassa kadınların kendisini teşhir ederek bir faydasının görülemeyeceğini ifade etmiştir. Buna ek olarak, kıyafet ve özellikle kadınlardaki kıyafet hususlarında oldukça sert mizaçlı ve katı kurallara sahip olan karakterler ile bu konudaki görüşlerini okuyucuya aktarmayı amaçlamıştır. Bunun dışında, ikili ilişkilerde özellikle sevgililer arasındaki konuşmalarda tek kelimelik kaçamak ve duygudan uzak diyalogların yeni neslin en büyük sorunlarından olduğunu dile getirmiştir. Özellikle Röbdoşambr hikayesinde bu konuya oldukça hicivsel bir yaklaşım sergileyerek günümüzde de birçok ilişkinin dinamiklerini okuyucuya sorgulatma konusunda önemli bir mesaj vermiştir.
Sayılan hususlara ek olarak notlar kısmında belirtilen 18 hikayeden alıntılanan kısımlar da, okuyucu için kısa olan öykülerin ana temasını gözlemleyebilmek için yeterli bir referans olacağından birtakım konularda çıkarımı sizlere bırakmanın gerekliliğine inanıyorum. Yorumlanabilecek oldukça fazla husus olsa da yazarın hikayelerindeki temel iki kaygının yukarıdaki paragraflarda konu edilen unsurlara ilişkin olduğu kanaatindeyim. Bu yönden hem ülkemizin dönemsel değişimlerini değerlendirebilmek hem de yazarın dini görüşlerinin yorumlanabilmesi için bu kitabın mühim bir eser olarak telakki edilmesi gerekmektedir.
NOTLAR (*):
Farz et ki, gözün kör, kulağın sağır, uzviyetin de, donmuş bir parmak gibi dokunduğu yerin temasını hissetmeyecek kadar uyuşuk... Şimdi senin için dünya boşluk gibi bir şeydir. Fezanın ta kendisidir. Yere basmıyorsun, çünkü ayakların duymuyor. Gözün görmüyor ve kulağın işitmiyor. Havada yürür gibi yürü! Önüne bir duvak geldi. Çarp!.. Ne malum çarptığın? Çarptığını duymayacaksın ki, duvar yoluna engel olabilsin. Sen kendini yürür farz ettikten sonra yürümediğini sana kim ispat edecek? O halde yok, değil mi, hiçbir şey yok... İster öyle diyelim, ister her şey var diyelim. Her halde her şey var diyelim. Gözümüzün görmeyeceği ve kulağımızın duymayacağı şekilsiz vücutlar ve vücutsuz şekiller var... (Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri)
O akşam gözetledim. Tıpkı karımın anlattığı gibi oldu. Odasına çekildi, çayını bitirdi. Peşinden secdeye yatmış gibi başını tahtaların üstüne koydu, öylece kaldı. On dakika, yarım saat, bir saat aynı hal devam etti. Hayretten dondum. Bu adamı da öbürü gibi bölüğe yolladım. Birkaç gün sonra çavuş onun ortadan kaybolduğunu haber verdi. Bir müddet sonra da onun şehitler arasında tespit edildiğini öğrendim. Enis Bey'in yüzünü esmer bir zar halinde hafif bir yorgunluk kaplamıştı. Doktor o esnada: " Sizi menzil hastanesine yarı çıplak, uzun boylu, uzun suratlı, siyah ve dalgın gözlü, insandan ziyade hayale benzeyen bir nefer, sırtında götürmüş... Yatağınıza yatırdıktan sonra arkasını dönmüş, kapıdan çıkıp gitmiş... Bazı şeyler sormak üzere arkasından koşanlar, sonsuz ve dümdüz kar sahrasında kimseyi bulamamışlar. (Şehit)
Avrupalının ruhunda, dört çizgili basit bir hendese mizanından başka bir şey bulamazsınız! Ruhun girintili çıkıntılı esrar alemi, ustura ile tıraşlı bir kafa gibi onda, Arap sabunu ile yıkanmış ve kökünden kırkılmıştır. Heyecan, aşk, fedakarlık, kendi kendisiyle ihtilaf, kendi kendisine hakaret gibi ruhi cevherler, biraz büyüyünce Avrupalının idrakini taşırır. Onun içindir ki, Avrupalı bir yerde, kendi ölçüsünü aşan bir hamle görünce, gözleri faltaşı gibi açılır, çenesi düşer ve konu komşuyu çağırıp bu mucizeyi seyretmeye davet eder. Ruhun tecellisine müsait her sahada meydana gelebilen bu mucizeler ekseriyetle kumarda görünür ona... Avrupalının şarklı karaktere en yakın milletini tanırsınız. Ruslar! Rusların Puşkin ve Dostoyevski isimli iki sanatkarı güya kumarda gösterdikleri müthiş cesaret yüzünden Avrupalı burjuvayı yıllarca hayranlıktan hayranlığa sürükledi. Bu cesaretler nedir, haberiniz var mı? Öyle miskin, öyle bücür şeyler ki... Biri tek gecede bir servet batırmış, öbürü de Berlin'de bir altın saatini rehine koyup kumar parası tedarik etmiş. Burjuva bunu öğrenince "Vay anasını! Kumar parası bulmak için altın saat de rehine konabilirmiş ha" diye Piza'daki eğri kulenin karşısında duymadığı şaşkınlığı duyuyor. (Rehinlik Maymun, Hasta Kumarbaz)
Kumarbaz Allah'a inanır diye bir kaide konamaz. Yahut Allah'a inanmak için kumarbaz olmak lazımdır diye düşünmek, yanlışların en büyüğü... Allah'a gönül ve kafa inandır, yapılan iş değil... Fakat bir işin icap ettirdiği karakterle, mümin karakter arasında bir münasebet ararsanız, göreceksiniz ki, kumarın Allah'a inandırma şansı, mesela tornacı ustalığından daha fazla... Kumarbaz Allah'ı duymak hususunda doğramacıya veya banka memuruna nazaran biraz daha fazla şans sahibidir. Zira kumarbaz meçhule güvenir, meçhule tohum serper ve ondan mahsul ister; akıl, mantık, hesap, bilgi üstünde bir meleke arar, ancak bu melekenin görebileceği bir alem bulunduğuna inanır ve bütün bunları bilmeden yapar. (Yemin)
Öğretmen Bey: Şerif, sen gayet dindar bir insansın! Herkesin sana deli demesine de aldırmıyorsun! Aksine çok akıllısın! Allah'ın rahmetini herkesten daha derin anlıyorsun! Güzel ama, bu görüş, seni, Allah'ı tenzihten alıkoyacak kadar ileriye gidiyor. Allah'ı yüceltir ve kendini küçültürken ölçüyü kaçırıyorsun! Nefsini sorumluluktan dışarıya çıkarıyorsun! Düzelt bu tarafını Şerif! (Kader Böyleymiş)
Kasabalıya sorarsan ermiştir Hasene Bacı... Konuşmaz! Yeri gelmeden ağzını açmaz! En çok kızdığı Müslüman eskileridir. Müslüman eskileri, bugünün Müslüman geçinenleri demektir. Bu kişiler de kısaca camileri doldurup içine giremeyenler yani aslında hepimiz olarak tanımlanmıştır Hasene Teyze tarafından. Kadının hayatını daha derinden incelemeye koyuldum... Seferberlikte, annesini, babasını ve kardeşlerini, komiteciler, gözünün önünde kesmişler. Tam kendisine tecavüz edileceği an, üstü başı paramparça debelenirken bizimkilerin karşı hücumuyla kurtulmuş... Fakat yüreğine iner gibi bir hal olmuş ona... Hayır sahibi ihtiyar, onu yanına alıp buralara getirmiş. Sonra da ölmüş. İstiklal Savaşında da 20 yaşlarında bir kızken, bir Cuma namazında caminin kapısına dikilip içeriye avaz avaz seslenmiş. "Müslümanlar! Kaldırın başlarınızı secdeden!.. Bozun zaten bozuk namazlarınızı! Allah'a secde edebilmek için evvela memleketinizden gavuru kovun! Müslümanlığı indirdiniz indirdiniz, gövdenizle yatıp kalkmaya, anlamadığını şeylere Hu demeye!" O esnada telaş anlatılır gibi değil... Başlar birbirini arayıp ne yapmak gerektiğini sormaya başlamış. "Haydi kalkın dökülün sokaklara! Sorun emanete ne oldu? Nerede Müslümanların diyarı? Nedir bu köpeklerin bile sürmeyeceği hayat?" demiştir. Sonrasında kendisi savcılığa şikayet edilse de savcılık ifadesini aldığında kendisini camiye bir daha gitmemek üzere serbest bırakacağını söylediğinde "Uğrayıp da ne yapacağım?.. İçinde kimse yok ki?.." demiştir. (Hasene Bacı)
Düşeceği varsa Allah çocuğunun canını alsın, otomobil altında başını ezsin de sübyan koğuşuna düşürmesin... Bir çocuk buraya düşüp de sübyan koğuşuna atıldı mı, yamyamların eline geçmiş beyaz insana döner. Yeni gelene karşı büyün koğuş hazırlanır, yamyamlara mahsus törenlerle çocuğu halkaları içine alırlar ve hep birden benzetirler. Hepsi birden çocukta namus diye bir şey bırakmazlar. Sübyan koğuşunda en müthiş gece, çocuğun yeni geldiği günden fazla, onun çıkacağı günün gecesi... Arkadaşları, ertesi günü çocuğu kaybedecekleri için, büyün geceyi ona ayırırlar. Hasan isminde bir çocuk.... 13-14 yaşlarında... Ömrümde bu kadar masum ve güzel bir çocuk görmedim. Hapishaneye bugün düşmüş.... Suçu, bakkaldan gaz alırken, bakkalın gaz doldurmakla uğraştığı anda, kasa çekmecesini çekip kaçmaya yeltenmek... Tabii, hemen enselenmiş... Annesi hasta ve açmış... Karakolda hiçbir şey yememiş ve bir köşeye büzülüp akşama kadar ağlamış... Nihayet hapishane... Gece basınca malum hikaye... Herkes üzerine çullanmış, o da basmış çığlıyı ve camları kırmış... Tam sıkıştırdıkları zaman cebinden bir kutu kibrit çıkarıp üstünü başını ateşlemiş... Yatağını da ateşe vermiş... Sübyanlar korkusundan sinivermişler... Yalnız bir tanesi çocuğun üzerine bir battaniye atıp, alevleri bastırabilmiş...(Sübyan Koğuşu)
Bu zamane çiftine bakıyorum da metafizik veya konuşan hayvan dedikleri insanın, yeni nesillerde ne hale gelmiş olduğunu görüp şaşırıyor, kalıyorum. Tek bir meseleleri, ruh ukdeleri yok! Kız, bir ölü gözü gibi korkunç bir bezginlik çukuru haline gelen kayıtsız gözlerinin önündeki gazetenin bulmaca köşesine dikmiş, genç adamı dinler gibi yapıyor. Genç adamsa oralı değil; hırlar gibi konuşuyor, cümle tertiplemek zahmetinden uzak, yeni şiir edasıyla laf ediyor. Taraflar arasında ikişer kelimeden daha uzun cümle yok... (Röbdoşambr)
"Allah, zuhurunun şiddetinden gaiptir. Yani Allah o kadar belirli ki, belirişindeki keskinlik yüzünden görülmüyor. Bizse belirişleri eksik ve yarım olan şeyleri, böyle oldukları için görebiliyoruz. Bu suratlar, arka arkaya, sonsuza kadar gidiyor. Her surat, kendi arkasındakinin perdesi... Hep perde, hep perde... Beni bu fikirlerden, arkasında başka bir surat olamayan kumar kağıtlarındaki suratlardan başka hiçbir şey kurtaramaz" diyor Hasta Kumarbaz karakteri. Arkadaşı ise diğer arkadaşlarına onu tanıtırken " Benim arkadaşım büyük bir sanatkar... Kelimelerin sanatkarı... Ama hasta... Kumar hastası... Lakabı da Hasta Kumarbaz... Onu bu illetten kurtarmak lazım... Rolünüz edebiyat tarihine geçecek..." demiş ancak bu esnada bu kız ile tanışmadan Hasta Kumarbaz evden yine kaçarak kumar oynamaya gitmiştir. Kadın onun için, kendisinde olmayan bir şeyin sadece benzeridir. Varılmaz bir gayeden bir benzeyiş, bir andırış, o kadar... (Surat)
"Herkes benim kumarı kumar için oynadığımı sanıyor. Bir zamanlar o kadar bağlı olduğum sanat ve edebiyatı bunun için bıraktığımı sanıyorlar. Halbuki ben kumarı, düşünmemek için oynuyorum. Ruhuma düşen sabit fikirlerin, beyin zarımı yırtan vehimlerin biricik ilacı larak onu buldum. Kumarı oynayamayacak hale geldiğin gün intihar etmekten başka çarem kalmayacaktır. Allah'ın bu imtihanı karşısında her defa hezimete uğrayan beni, bir de emanete kıymak günahından kim kurtaracak? Halimden şu Macar kokanası kadar anlayacak birinin, damarıma sağlayacağı küçük bir iğne yeter!" sözleri Hasta Kumarbaz'ın intihar etmesi sonrası son yazdığı notta görülmüştür. (Hasta Kumarbazın Ölümü)
Nefs o kadar şımarık ve her şeyin kendi mülkü olduğu emniyetine öyle bağlıdır ki, meçhule tahakküm etmek hırsının en korkunç laboratuarı olan kumara bayılır. Ona deseniz ki: Çıkar cebinden şu tek lirayı da simitçinin camekanına hasretle bakan şu öksüz çocuğa ver!.. Vermez! Ne kadar hasis ve denidir nefs, bilseniz!.. Bunu ancak benim tarzımda bir kumarbaz anlayabilir. Doktora dedim ki "Tifoya, kuduza, tetanosa aşı bulunuyor da nasıl kumara bulunamıyor" diye sorduğumda " Bütün bunlar maddi hastalıklar, çareleri de maddi tarafından bulunmuştur. Fakat kumar manevi bir illet... Çaresi ancak manevi olabilir." diye cevap vererek burada en iyi ilaçlardan birisinin din olduğunu ifade etmiştir. Hasta Kumarbaz notunda "Din bağları, adamına göre, en kalın zincirden kuvvetli de, en ince iplikten daha zayıf... Üstülüğü ve kuvveti de buradan geliyor dinin... Ama ruhunu karartana ne fayda!... Mutlaka maddeyle destekli bir mana tedbiri lazım..." demiştir. Bunun üzerine doktor "Nerede o ideal cemiyet ki, sarhoşu, esrarkeşi, kumarbazı, şunu bunu kamplara yerleştirir ve oralarda kıskıvrak bağlayıcı madde zabıtası içinde mana ile tedavi eder?" şeklinde cevap vermiştir. Bir kumar masası etrafındaki insanların birbirini yemeye çalıştıkları edalar kadar vahşi ve iğrenç tavırları, avına karşı hiçbir yırtıcı hayvanda bulamazsınız! Zavallı Dostoyevski! Senin, Berlin'de kumara gitmek için saatini satan kahramanın Avrupalı burjuvayı dehşetten dehşete düşürse de, ne kadar basittir! Sığ ruhlu Batı adamı günahta da derinlik nedir, bilmez! (Hasta Kumarbazın Not Defterinden)
Size, üniversiteli sayın bayan, içinde yaşadığınız dünya, fikre karşılık vermeyi öğretmiyor da teker kelimelik klişeler belletiyor. Kutudan fiş çekercesine ger fikrin tek kelimelik yaftasını çıkarıyorsunuz, o kadar... Sonra da saçma yerine paradoks demekle, hastalığı teşhis etmiş bir doktor edasına bürünüyorsunuz. Siz bütün ilericiler, kadını kurtarmak ve nadide bir yemiş gibi soyup ortaya koymak isterken onu, en aziz mana ve tesiriyle öldürüyorsunuz! Kadını, yok ettiğin sandığınız dine karşı onu katil elinden kurtarırcasına kapıp, kasap çengellerinde kuyruğu fiyonklu bir ceset haline getiren, yani gerçekten yok eden sizsiniz! (Örtüdeki Sır)
Bir gün karşıma adam öldürmekten sanık bir köylüyü çıkardılar. Adam, celseler boyunca "Ben öldürmedim" demekten başka bir şey söylemedi. Tam 5 tanık, noktası noktasına aynı ifadeyle adamın suçluluğu üzerine birleşiyordu. Tam sanığa "Son sözün nedir?" diye sorduğum ve karar vereceğim an, adam birdenbire doğruldu ve " Hakim bey, suratıma bak da hükmet! Bir de şahitlerin suratına bak! Başka sözüm yok!" dedi. Bu korkunç bir köylü sezişiyle erişilmiş, mantık üstü bir hikmet noktasıydı. Köylüdeki tavır bana o kadar dokunmuştu ki, içimdeki sesin gümbürdediğini duydum. Celseyi evrakı yeniden tetkik etmek için talik ettim, şahitlerin yeniden ifadelerine başvurdum ve bir tertiple aralarında müthiş bir tezat yakalayarak hepsini birden yalancı şahitlikten tutukladım. Bülbül gibi konuştular "Katil o değildir; ağanın mirasına konmak için onu öldüren oğludur, damadı olan bu köylü değildir!" dediler. Masum köylü kurtulduktan sonra yanıma geldi ve suratının bütün çizgileri tek noktada toplu, bana şu suali sordu: "Hakim efendi, sen bu suret ilmini nereden öğrendin?" Sonradan öğrendim ki o adam bir dervişmiş! (Diyalog)
Bu işin temsilcisi mini etektir; yarım asırdır yukarıya doğru çekile çekile bayraklaştırmak istediği manaya doğru yükselen örtü, nihayet mini etekte gayesine varmıştır. Her kadını her erkeğin malı kabul edici sosyal bir vitrin... Ayrıca bu vitrinde, kadın vücuduna ait hiçbir mahram nokta tanımamak gibi sosyal bir ölçü... (Mini Etek)
Tez zamanda görüldü ki, komünistlerin bugünkü dünyayı teşhislerinde ele geçirdikleri sahte hak, getirmeyi vaat ettikleri hayat karşısında ebedi bir yokluk kılavuzundan başka bir şey değildir ve haksızlıkların en zalimidir. Komünistlere Bana bir din lazım dendiğinde onlar genç adama abanarak "Din afyondur ve bugünkü zulüm dünyasının hala istismar aleti olmakta devam etmektedir." demişlerdir. Üniversite hocasına sorulduğunda ise "Bir şeye inanmadan kuru ilim sahibi olmanın, yani gideceği istikamet olmadan arabaya malik bulunmanın bir faydasının olmadığı" şeklinde cevap verilmesi gereken bir çağ bulunmaktadır. Hürriyet ve demokrasi ise, hakikati tekte bulmanın değil de, sayısızda aramanın ve her defa yanılmanın rejimidir. Ben merkep hürriyetiyle hür olmak yerine hakikat esaretiyle bir ideale köle olmayı istiyorum! Bunu bana kim ve ne verebilir? (Pansiyon Yolu)
Alfa Prof. "Kalbi, akciğeri, böbreği, karaciğeri, midesi ve erkeklik uzvu değiştirilmiş bir insan şu anda 99. kattaki odamda beklemektedir" demiş ve onu konferansa diğer seyircilere tanıtmaya çağırmıştır. "Şuur ve duygunun merkezi ister beyin, ister topuk olsun; bizim bu türlü metafizik hülyalarla uğraşmaya vaktimiz ve usulümüz müsait değildir." diyen Alfa seyirciler arasındaki bir kişinin ruhun manası üzerine sorularına bu cevabı vermiştir. Ancak sonrasında yine bu denek olan insanı sorguya alarak konuşmuş ve ona "Şu mikrofonu elinize alıp dinleyicilere hitap etmenizi rica edeceğim "demiş ve halini anlatmasını istemiştir. Denek ise "Siz soruyorsunuz, ben cevaplıyorum, onlar da duyuyor. Ayrıca hitap etmeye ne lüzum var?" demiştir. Bunun üzerine soruyu soran kişi "Bana öyle geliyor ki muhterem dinleyiciler psikanaliz tecrübemizin tam da eşiğine ayak basmış bulunuyoruz. Mevzuumuzda müthiş bir telkin altına gitme istidadı görüyorum. Şimdi mikrofonu kendisine vereceğim ve içine hapsettiği duyguları açığa vurmasını emredeceğim. Göreceksiniz ki şuuraltı ortaya dökülecek." demiştir. Gama ise yani denek "Ben artistim, muhterem dinleyiciler ve rol oynamaya bayılırım. Şimdi size bir idam mahkumunun sehpa altındaki son dakikalarını temsil edeceğim" demiş canlandırmasını yapmıştır. Bunun üzerine seyircilerden savcı bu olayın tam olarak aynısının aynı kelimelerle birebir şekilde yaşandığını ve bu adamın bunu nereden bildiğini söylemesi üzerine konuşmacı Prof. Alfa'ya "Muhterem profesör, Gama'ya takılan kalbi mahut idam mahkumundan aldınız değil mi?" diye sormuş ve cevabının evet olması üzerine herkes dehşete düşmüştür. (Ölmek İstiyorum)
"Kadın, et ve kemikten bir biçim değil, bir fikirdir. Erkekteki fatihliğin dışarıya aksetmiş ve bir heykel şeklinde donmuş abidesidir. Bu bakımdan hiçbir fikir, kadının şu veya bu çizgideki ahenge eş olamaz. Halbuki esasta ahmak olan kadın, bu üstünlüğünü bilmez ve bir posadan ibaret cesedini gururla gezdirir." Bu tespitte bulunan arkadaşına karşı cevap veren arkadaşı "Sen, en derin İlahi hakikatlerin yanı başına kadar geldiğin halde, oradan, tren yollarının bir makas farkıyla istikamet değiştirmesi gibi şeytanın eline düşmüş bir insansın" demiştir. Arkadaşı ise cevaben "Şeytan dediğin de ne?.. O da Allah'ın bir esiri, kuklası... Kimde mecal olabilir Allah'a karşı..." demiştir. (Esrar)
Bilmiyor ki, anlamak için deli olmak lazımdır. Yazık, doktor, elinde hiçbir anlayış yok, yalnız anlama iddiası var! (El)
DEĞERLENDİRME:
Konu: Eser, yazarın 53 adet kısa hikaye ile din, toplum, kültür gibi ülkemizin birçok temel konularının değerlendirilmesini işlemektedir.
Üslup: Yazarın üslubu bir yandan zengin kelime dağarcığı ile okuyucuları zorlayabilse de, ağdalı ve anlaşılması zor cümle kalıplarına çok başvurulmaması sebebiyle anlaşılabilir bir eserdir. Ayrıca, hikayelerin kısa ve net kalıplar ile birkaç sayfada dokunaklı kısımlarla ana temanın okuyucuya aktarılabilmesi de üslup konusundan bahsedilmesi gereken oldukça mühim bir başarıdır.
Özgünlük: Eser, konuları itibariyle özgün gözükmese de birçok hikayesinin içeriği özgün denilebilecek yöntemler ile işlenmiştir. Bu açıdan türüne göre oldukça özgün olarak nitelendirilebileceği de söylenilebilir.
Karakter: Hikayelerin kısa olması sebebiyle karakterler, her öyküde birkaç tane olmakla birlikte eserin mahiyeti sebebiyle verilmek istenen mesajın iletilmesinde kullanılan bir vasıtadan fazlası olarak değerlendirilmemelidir. Fakat yazar, burada istisna olarak bazı karakterleri birden fazla hikayede kullanmayı tercih ederek bu karakterlere romanlardakine benzer birtakım şahsiyetler kazandırmak istemiştir. Böylece, özellikle Hasta Kumarbaz karakterinin eserdeki birçok öyküde dine ve inanışlara ilişkin vermiş olduğu mesajların yanında doğu ve batının farklarını da etkileyici bir biçimde açığa çıkarması karakter kriteri bakımından da yazarın bir kişi ile birçok mesajı vermesini sağlamıştır.
Akıcılık: Öykülerin kısa ve anlaşılabilir yapılarda ilerlemesi sebebiyle oldukça akıcı bir eserdir. Bununla birlikte öykülerin akıcılığındaki bir diğer önemli etmen ise, olay örgüsünün kısa bir sayfa sayısı içerisinde okuyucuyu sürekli hikayenin sonundaki hadiseye kilitlemesidir.
Genel: Yukarıda belirtilen kategoriler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8.5
Üslup: 8.5
Özgünlük: 7
Karakter: 8
Akıcılık: 8
puanlarını alan eser, genel ortalama olarak ise, 8 puan almıştır. Böylece bilhassa öykü meraklıları için batı ve doğu yaklaşımlarının terkibi olarak okunması gereken eserlerden birisi olduğunu belirtmem gerekiyor.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
HİKAYELERİM
Yazar: Necip Fazıl Kısakürek
Yayınevi: Büyük Doğu Yayınları
Baskı: 27. Basım – Şubat 2019
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments