YORUMLAR:
İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin kimlik sorunlarını tahlil eden Tanpınar, günümüzde de devam etmekte olan birtakım yanlış uygulamalara o zamandan dem vurarak öngörü sahibi bir yazar olmakla kalmıyor, ülkenin değerlendirmelerine önem verilmesi gereken aydınlarından olduğunu da gözler önüne seriyor. Eserde geçen diyaloglar ile ülkedeki üreticilerin üretim kabiliyetlerinin kazanç getiren metotlar takip edilerek geliştirmesi gerektiğine değinilirken aynı zamanda eğitim sisteminin sadece memur yetiştirme odaklı olduğuna ve bir süre sonra kontenjan dolunca her yerde işsiz kalan ve yarı aydın kişilerin bulunmasına değinilerek günümüzdeki bazı sorunlardan da bahsedilmiş oluyor. O yıllardan itibaren köhne ve pejmürde olan eğitim sistemimizin neticeleri günümüzde kendisini net olarak fark ettiriyor. Bu sebeple eğitim sisteminin şimdi düzeltilmesi halinde dahi insanlara tesirinin 10-15 yıl sonra olacağı görülmüş oluyor.
Eserde Mümtaz adlı karakterin diğer ana karakterler ile birlikte başından geçen günlük sorunlara değinilse de, asıl verilmek istenen mesajların toplumsal kimlik bunalımının sonuçları ve nelere dikkat edilmesi gerektiği olduğu okuyucuya aktarılmaya çalışılıyor.
Yazar eserde, Mümtaz karakteri ile nesiller arasındaki kültür ve dil kopukluğuna dikkat çekerek 5 neslin aynı kitabı okuyamayacak duruma geldiğinden de açıkça dert yanıyor. Bu durumun sebeplerine dilde sadeleştirme hem de kültürel alışkanlıklardaki değişimlerin de dahil edildiği aşikar. Yazar bu durumun müsebbibi olarak dildeki değiştirme çalışmalarını ihsas etme yoluna başvurmuş olsa da bunu doğrudan ifade etmekten imtina ediyor. Ancak 5 nesil arasındaki kültür farklılıklarının böylesine değişmesinin tek sebebinin dil yani alfabedeki değişimden kaynaklanmadığı fark ediliyor. Dille birlikte etkisi artan kültürün de ülkemizde yanlış örneklerle algılanmasına sebep olunması sonucunda günümüze kadar süregelen bir hatalar zincirinin meydana geldiği gözlemleniyor. Bunun sonucunda o zamandan beri devam eden hem eğitim, hem de kültürel sorunlarımızın temelini gözlemlemek için kitap adeta başucu kitabı mahiyetini taşıyor.
Belirtilen hususlara ek olarak, bu kitapta cumhuriyet döneminin başındaki diğer klasiklerden müşahede edileceği üzere yine Batı özentisi olan sahte bir aydın cemiyetinin ülkede teşekkül ettiğine değiniliyor. Avrupai düşüncelerin tesiri ile kendi gelenekleri ve dini değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan insanların içtimai hayatında nasıl çelişkili yaşam tarzları edindiklerine de bir kez daha şahitlik ediliyor. Mümtaz karakteri her ne kadar bazı gerçeklerin farkında olsa da, o da ister istemez dönemin bazı yanılsamalarından etkilenmişçesine hem uzviyet hem de hüviyet sorunu yaşadığı anları okuyucularla paylaşmaktan çekinmiyor.
Son olarak yazar, kitapta yeni nesil ile eski nesillerin terkibi (birleşimi) mahiyetinde tevekküllerin ( düşünce, fikir) maliki olan İhsan Efendi ile okuyucuya açık bir biçimde kendi benliklerini ve tarihlerini hiçe sayarak istikbale ilerlemenin mümkün olmadığını, tarihi hüviyeti ile barışarak batıdan eksik kalan yönlerini tamamlaması gereken bir Türkiye kimliğine bürünülmesinin gerekliliğine dikkat çekiyor.
NOTLAR (*):
Yalnız insanoğlunda idi ki yekpare ve mutlak zaman, iki hadde ayrılıyor, içimizde bu küçük idare lambası, bu isli aydınlık çırpındığı, çok basit şeylere kendi mudil riyaziyesini soktuğu için, süreyi toprağa düşen gölgemizde ölçtüğümüz için, ölüm ve hayatı birbirinden ayırıyor ve kendi yarattığımız bu iki kutbun arasında düşüncemiz bir saat rakkası gibi gidip geliyordu. İnsanoğlu, zamanın mahpusu, onun dışına fırlamağa çalışan bir biçare idi. Onun içinde kaybolacağı geniş ve biteviye akan nehrinde her şeyle beraber akacağı yerde, onu dışarıdan seyre çalışıyordu.
Kitabın bilge karakterlerinden olan İhsan "Bugün bir insan Türkiye'yi her şey olabilir, sanabilir. Halbuki Türkiye yalnız bir şey olmalıdır: o da Türkiye. Bu ancak kendi şartları içerisinde yürümesi ile kabildir. Bizim ise elimizde adetten ve isimden başka bir şey, müspet bir şey yok. Cemaatimizin adını biliyoruz, bir de nüfus ve vatan genişliğini... Tabii herkes için söylemiyorum müphem duygulardan da bahsetmiyorum. Sarih bilgi ve kıymet halinde kültürden bahsediyorum.- Fakat şartlar imkanlar? Bir imparatorluğun tasfiyesinden doğduk. Bu imparatorluk eski bir çiftçi imparatorluğuydu. Hala onun iktisadi şartları içerisinde bocalıyoruz. Nüfusumuzun yarısından fazlası istihsale açılmamış. Müstahsil olan da faydalı şekilde yapamıyor. Sadece çalışıyor, emek sarf ediyor. Fakat insan beyhude çalışırsa çabuk yorulur. Münferit teşebbüslerin ötesine bir türlü geçemiyoruz. Bugünün çalışması yarının hızını artırabilmelidir. Çok hareketli meselelerle dolu bir coğrafyada yaşıyoruz; dünya her an sıkı bir birliğe gidiyor; buhran, buhran üstüne geliyor. Orta Avrupa'ya kendimizi iktisaden bağlamışız; kliring hesabıyla, şununla bununla geçinip gidiyoruz. Fakat bu muvazaa yıkılabilir, o zaman ne yapacağız? 43 bin köyümüz var; birkaç yüz kasabamız var. İzmit'ten ödeye Anadolu'ya açılın; Hadımköy'den öteye Trakya'ya gidin. Birkaç kombinanın dışında hep eski şartların devam ettiğini görürsünüz. Öğretme ve yetiştirme işleri için de aynı zaruretle karşı karşıyayız. Birtakım mekteplerimiz var; birçok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için uğraşıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı adet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak... Halbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz ve dahili echange'ı arttırabiliriz. Bütün mesele burada. Dahili piyasayı genişletmekte yarı zirai, yarı sınai bir iş hayatı temin edebiliriz. O kadar hususi istihsal kaynaklarımız var ki...
Ateş gibi fakirlik insanı güzelleştirir ve asilleştirir. Fakat sefalet hoyratlaştırır; ruhen sefil eder. İnsanda insanı öldürür. İnsanlık şerefi ancak muayyen bir refah içinde mümkündür. Çalışmaya imkan verecek bir refah. Thames kıyılarının refahından veya Amerikan istihsalinden bahsetmiyorum, tabii. Yapabildiğimiz kadar bir refah içinde cemiyet bugün ehemmiyet vermiyor göründüğü tanrılarına dönecektir, diyorum.
Konuşmaya katılan öğrencilerden birisi İhsan Bey'e " Peki, bütün bunlar zamanla kendiğinden olmaz mı? Hatta zamanla olacak şeyler değil mi ?" diye sorar. İhsan Efendi ise" Olamaz... Çünkü zaman şarta göre değişir. Büyümekte olan bir çocuğun zamanı başkadır, bir hastanın zamanı başka... Yani zaman tempomuzu değiştirmek mecburiyetindeyiz, demek istiyorum. Biz dünyaya yetişeceğiz. Benim söylediğim, kafilenin en sonunda olsak bile ona katılmak, onunla yürümek, hususi patikadan umumi caddeye çıkmak içindir. Kendi başına bırakırsak, zaman lehimize çalışmaz; bizim gibilerde her şey derine doğru çeker.
Şimdiye kadar insanla yapıcı olarak meşgul olamadık, bir yığın inkılabın peşindeydik. İçimizde kendimize karşı bir hareket hürriyetini elde etmeye çalışıyorduk. Bu zaruretten şimdi daha büyük ve esaslı zaruretlere uyanmamız lazım. Türk insanın ölçülerini kim biliyor? Yalnız bir şey biliyoruz. O da birtakım köklere dayanmak zarureti. Tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti. Bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz. Muvazaalar her daim tehlikelidir. Bugüne getirdikleri kolaylığı yarın çıkaracakları imkansızlıklarla bize ödetebilirler.
Maziyi ihmal edersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder; terkibin içine ister istemez sokacağız. O, kendisinden gelmemiz lazım gelen bir şeydir. Bu devam fikrine bir vehim de olsa muhtacız. Kaldı ki, dün doğmadık. En çetin realitemiz budur.
İhsan Bey'in konuşmalarının ardından Mümtaz " İşte ben bunu imkansız görüyorum dedi. Çünkü dediğiniz gibi dizi koptu bir kere. Bugün Türkiye'de nesillerin beraberce okuduğu 5 kitap bulamayız. Dar muhitlerin dışında, eskilerden zevk alan gittikçe azalıyor. Biz galiba son halkayız. Yarın bir Nedim, bir Nef'i, hatta bize o kadar çekici gelen eski musiki ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek." Buna mukabil İhsan Bey "Güçlük var. Fakat imkansız değil. Biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayese ile dolu; Dede'yi Wagner olmadığı için, Yunus'u Verlaine, Baki'yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden yeni bir terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz. Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz. “
Tarihe bugünün hesapları arasından bakmazsan bu memleketin de herhangi bir memleket gibi yaşadığını kabul edersin. Aradaki fark bizde orta sınıfın teşekkül edememesidir. Her an doğmak için hadiseleri zorlamıştır. Fakat doğamamıştır. Ayrılık manzarası buradan gelir. Halkın kayıtsızlığı veya bizden şüphesi bizim uydurduğumuz bir masal olsa gerekir. Aramızdaki ideoloji kavgalarında karşımızdakini yenmek için bulduğumuz bir tabiye. Hakikatte halkımız münevverine inanır. Onu benimser. Zaten başka türlüsüne imkan yoktur. İki asırdır siyasi hadiseler bizi bir nevi gemi nizamı altında yaşatıyor. Mutlak olan tehlikeler bize bu terbiyeyi verdi. Halkımız münevverine daima inandı ve gösterdiği yolda gitti. İhsan Bey'in bu sözlerine karşı Orhan ise " Ve daima da aldandı?" deyince İhsan Bey cevaben " Hayır, daha doğrusu biz aldanınca o da aldandı. Yani her millette olduğu gibi. Sen tarihte akli bir yürüyüş kabul eder misin? Böyle bir şey elbette imkansız. Fakat cemiyetlerin birikmiş kudretleri nesillerin hatası üzerinden atlar." demiştir.
İhsan Bey, Orhan ile konuşmalarında son olarak "Şüpheni anlıyorum. Sen kendimden vazgeçmemi, kendimi inkar etmemi istiyorsun. Sevgiyi ihtiyari bir iş buluyorsun. Bu itibarla seni tatmin etmiyor. Bana: At kalbini girdaba, açıl engine ruh ol diyorsun... Yahut da halkı ve hayatını tek realite, yahut bir emir gibi karşıma çıkarıyorsun. Kendin için de böyle düşünüyor ve yapmadığın için mustarip oluyorsun. Yalnız bir noktayı unutuyorsun, o da her şeyden evvel bir şahsiyet olduğundur. Ben her şeyden evvel kendime sadık olmak isterim. Bu benim ruh bütünlüğümdür. “
Nuran'ın hayat üzerinde duran insanlara ilişkin düşünceler: Hayat ve insan ayrı şeylerdi. Bir ötekini etiyle, kemiğiyle, alın teriyle, düşüncesiyle yapıyordu. Fakat aynı şey değildiler. Birinden birini seçmek lazımdı. Fakat Mümtaz ikisinin ortasında sonuna kadar sallanacağını biliyordu. Ne ferdi saadetinden vazgeçebilecek, ne de etrafındaki hayatın korkunç icabını, bu on yaşında evliye türbesini bekleyen biçare kızı ve ihtiyar Ermeni karısını unutacaktı.
Mümtaz'ın Suat hadisesi akabinde boşluğa düştüğü esnada herhangi bir kahvede insanların söylediklerine dair düşüncelerini aktaran bu bölümde " Birdenbire bu kahvede bu akşamüstü her masada söylenen sözleri, savrulan kehanetleri toplayacak bir kitabı düşündü. Ne güzel bir şehadetti. Ve sadece bu harbin başındaki - eğer olacaksa- ruh haletini onlarla anlatmak! Hadiseler olup bittikten sonra, bunun kadar alaka çekici, insan düşüncesinin garabetini gösterecek bir şehadet olamazdı. Ama sıcağı sıcağına... Mesela bu gece yazılmalı! Çünkü işler olup bittikten sonra, aynı insanlar bütün samimilikleriyle bu akşam düşündüklerini yazmak isteseler, araya hadiseler girdiği için aynı ruh halini ve düşünceyi bulamayacaklardı. Çünkü hadiselerle beraber biz de değişiriz; ve biz değişince mazimizi yeni baştan kurarız. İnsan kafası böyleydi. Zaman, onda daima yeniden teşekkül ederdi. Hal, bıçak sırtı, hem mazinin yükünü taşır, hem de onu çizgi çizgi değiştirirdi. “
İhsan Bey'in fenalaştığı bir gecede Mümtaz'ın uzaktan bir doktor getirmesi esnasında asker doktor ile olası savaş üzerine doktorun mütalaası: İnsanlık fena bir ihtimali bir kere kendisine ufuk bilmesin; bir kere uçurumu görmesin. Bir daha ondan geriye dönemez. Onu giyinir. Kıymetli bir şeyiniz, iyi bir yazma, güzel bir gramofon, bir Acem haliniz var mı, sakın onu satmayı bir imkan gibi düşünmeyin, evliyseniz karınızı boşamayı, seviyorsanız sevdiğiniz kadına darılmayı bir kere olsun aklınıza getirmeyin. Sonra bu işlerden ne kadar çekinirseniz çekinin, mıknatıslanmış gibi, arkanızdan itiyorlarmış gibi onu yaparsınız, insan hayatında sakınmak yoktur. Hele kütle halinde, asla. Bir kere uçurum göründü mü, ölüm simsiyah diliyle konuştu mu?
Tabiatta ne hep vardı ne hiç. Hep veya hiç beraber oldukları zaman, insan kafasının o terazi mükemmeliyetinin bir sakatlığı oluyordu. Bir harikulade cihaz kendi mükemmelliğine şaşırınca muadele çıkardı. Veyl, onu düstur tanıyanlara, bu mudil hayatı onun zaviyesinden görenlere!... Bu hendesi noktada insanoğlu bütün hayatın kendi elinde olduğunu sanırdı. Çünkü bu öyle bir noktadır ki, orada yalnız kendimiz varız. Daha doğrusu bir anımız. Çünkü hep veya hiçi biz dahi biraz kendimizde derinleştirdik mi, terazi mücerret muvazenesinden kıl kadar uzaklaştı mı unutur, azapların, aldatıcı hayallerin, ümitlerin, pişmanlıkların dünyası başlardı. Ya hep, ya hiç. Hayır, her şeyden biraz.
DEĞERLENDİRMELER:
Konu: İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkenin bulunmuş olduğu kültürel durumun işlendiği eser, ana karakterler Mümtaz ve arkadaşlarının başından geçen günlük olayları konu ediniyor.
Üslup: Yazarın yorumlar kısmında değinilmiş olan eski kelimeleri kullanması okuyucu için eseri ağdalı ve anlaşılması güç hale getirse de, bu yöntemin eserdeki mesajları edebi bir biçimde okuyucuya daha etkili olacak biçimde aktarma işlevi gördüğünü söylemek gerekiyor.
Özgünlük: Eserin konusu itibariyle bu kriter bakımından değerlendirilmesi yapılmayacaktır.
Karakter: Ana karakterler, Mümtaz ve Nuran üzerinden devam eden eserde, yan karakterlerin birçok farklı bakış açısından da bahsedilerek bütün yorumlar kısmında bahsedilen hususlara her fikir yönünden değiniliyor. Bu açıdan karakterler, eserin konusu ve mesajlarını üstlenen en önemli unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Yazarın kendi görüşüne benzer ve aynı zamanda tam zıttı olan görüşleri de bu karakterler vasıtasıyla okuyucuya iletmesi karakter zenginliğinin ve üslubun daha da gelişmesine sebep oluyor.
Akıcılık: Eser, olay romanı olmaktansa düşünce ve değerlendirme romanlarından birisi olarak okunması gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında birçok romanda olduğu gibi sürükleyici bir olay örgüsü olmasa da, dönemsel gözlemler gerçekleştirmek isteyen okurlar için detaylı bir kaynak teşkil ediyor.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8
Üslup: 8,5
Karakter: 9
Akıcılık: 7
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8,1 puan oluyor. Sürükleyici bir olay romanı okumak isteyen okuyucular için bu puanı hak etmese de, işlediği konuların detaylandırılması ve ülkemize geçmişten günümüze bakmak isteyen kişiler için önemi kesinlikle yadsınamayacak bir eser olduğunu söylemek gerekiyor.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
HUZUR
Yazar: Ahmet Hamdi Tanpınar
Yayınevi: Dergah Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments