YORUMLAR:
Dante’nin İlahi Komedya üçlemesinin ikinci kitabı olan Araf, cennet ile cehennem arasındaki bir katman olarak bu kısımda bulunan kişileri incelemektedir. Ayrıca yazarın yaşamış olduğu döneme ilişkin de daha fazla ülkesel ve toplumsal soruna değinen eserin dini niteliğinin yanında sosyolojik bir öneme sahip olduğu görülmektedir.
Çağlar boyunca neden kutsal bir niteliğe sahip olduğu anlaşılan Kudüs şehrinin bu eserde de açıkça çok değerli görüldüğü hatta dünyanın asıl merkezi olarak adlandırıldığı kısımlar bile dikkat çekmektedir.
Araf kısmındaki katmanlarda yer alan kişiler ise, günahkarlardan meydana gelmektedir. Bu günahkarların cehennemdekilerden asıl farkı ise, tövbe ederek doğru yola ölmeden dönme yolunda adım atmış kişiler olmalarıdır. Bu sebeple Cehennem’deki birçok ceza tipine Araf’ta da rastlanılmaktadır. Fakat, verilen cezalar daha çok kişisel irade sebebiyle Araf bölümünde daha hafif olarak çekilmektedir.
İlk kitapta bahsedilen komedya unsurlarının Araf’ta daha olumlu bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Cehennem’de bahsedilen iç karartıcı hususlar, bu eserde daha iyiye dönecek şekilde değiştirilmiştir. Ayrıca eserin sonunda ilk iki kitapta Dante’ye yolculuğunda eşlik eden Vergilius, yerini Beatrice’ye bırakmıştır.
Konusu ve verdiği mesajlar itibariyle Cehennem’e göre daha olumlu ve insanlık için kurtuluş ümidinin aşılandığı eserde, genel olarak serbest iradeye değinilmiş olsa da, kitabın bir bölümünde ortaçağın dogmatik anlayışına gönderme yapılarak Tanrı’nın yeryüzündeki hikmetlerinin nedeninin araştırılmaması gerektiği de ifade edilmiştir.
Bu husus her ne kadar eseri bir uyanış çağrısı olarak görmeyi engeller gibi gözükse de, eserin asıl amacı Hıristiyanlığın bozulmuş temelinin düzeltilerek insanların doğru yola sevk edilmesini sağlamaktır. Pozitif bilimlere ilişkin yönlendirmeler sonraki 2 yüzyılda daha sık bir şekilde meydana gelmektedir. Bu durumun tesisi ise, ilk olarak ortaçağdaki çarpık din anlayışının ve kilisenin nüfuzunun azaltılması sayesinde temin edilmiştir. Söz konusu mesele, doğu ülkeleri tarafından da batılılaşma süreçlerinde örnek alınmaya çalışılsa da, aslında batının doğu tarafından özellikle örnek alınması gereken özelliğinin o olmadığını belirtmek gerekmektedir. Günümüzde de buna ilişkin tartışmalar hepimizin bildiği gibi devam etmektedir.
Kaldı ki, dine ilişkin uyanmanın ve bazı uyarıların verildiği eserde, kitabın çevirmeni ve yayınevi tarafından hazırlanan notlarından da anlaşılacağı üzere, dönemin doğu biliminin ve dini anlayışın üstün bir mevkide olması hasebiyle birçok açıdan taklit edildiğini ve örnek alındığını da belirtmek gerekmektedir. Özellikle Araf eserinin temelinde İslamiyet’te belirtilen Araf’ın bulunduğuna tekrar dikkat çekmek bir kez daha önem kazanmaktadır.
Eserin yazılışına ve mesajlarına bakıldığında ise, asıl amacın öncelikle insanlardaki dini inancın tekrar bir uyarı ile körüklenmesi ve gerçek Hıristiyanlığın yaşanması için halkı kilisenin hatalarına karşı uyarmak olarak görülebilir.
Sonuç olarak eser, bir bütün olarak okunduğunda değerli mesajlar içermekte ve bu aşamada Müslümanlığın yanında diğer din öğretileri ile birçok ortak öğüdü de barındırmaktadır. Eserin bu yönüyle kesinlikle okunması gereken kitaplar arasında olduğunu belirtmek gerekmektedir.
NOTLAR(*):
Bu kimse daha son akşamı görmedi. Ancak deliliği yüzünden ona o kadar yaklaştı ki neredeyse yok olup gidecekti. Dediğim gibi, beni onu kurtarayım diye gönderdiler. Onun için izlediğim yoldan başka tutulacak yol da yoktu zaten. Ona ne kadar kötüler varsa, hepsini gösterdim. Şimdi de senin emrin altında temizlenip paklaşan ruhları göstermek istiyorum.
Araf’taki ruhlar, cehennemdekinin aksine, madde olmayan ışıklı şekillerden ibarettirler.
Güneş, meridyen dairesiyle en yüksek noktasında Kudüs’ü kaplayan ufka gelmişti. Kendi dairesini aksi yönde çizen gece ise, fazla uzadığı zaman elinden düşen Terazi’yle birlikte Ganj’dan çıkıyordu. Şafağın pembe beyaz yanakları, vakit ilerledikçe turuncuya boyanıyordu. (Dante bu sözleriyle vaktin, sabahın altısını biraz geçtiğini söylemek istiyor. Dante’ye göre dört yön vardır ki onlar da şunlardır: Kudüs(Kuzey), Ebro(Batı), Araf(Güney), Ganj (Doğu), Araf Dağı, Kudüs’ün tam aksi yönünde olduğuna göre, Kudüs’te akşam olurken Araf’ta gün doğmaktadır. Bu sırada Ganj’da ise vakit tam gece yarısıdır. )
Not: (Merih, öteki yıldızlara kıyasla daha kırmızı bir ışık saçar. Bu yüzden ona, savaş tanrısı olan Mars’ın adı verilmiştir. )
Akheron’a düşmeyenlerin her zaman toplandıkları nehrin munsabına doğru kanat gerdi, inayet edip beni aldı. (Akheron, cehennemin avlusuyla asıl Cehennem’i birbirinden ayıran bir nehirdir. Cehennemlikler kıyısında toplanıyorlar ve Kharon’un kayığına binerek karşıya geçerler. Demek oluyor ki Araf’ta paklaşmaları gereken ruhlar ilkin Tevere Nehri’nin munsabında toplanıyor ve sonra meleklerin güttükleri kayıklarla gidecekleri yerlere dağılıyorlar. )
Göklerin saçtıkları ışıkların kendi aralarında kesilmeyişlerine şaşırmadığın gibi önünde gölge bulunmayışı da seni hayrete düşürmesin. (İç içe olan yedi gökle bunları çerçeveleyen Sabit Yıldızlar Gök’ü ile İl Devindirici saydamdırlar, bu yüzden birbirlerini gölgelemezler. Aynı şekilde ölülerin vücutları da saydamdır, ışığı bir taraftan bir tarafa geçirdikleri için bunlar da gölge vermezler.)
Tanrısal kudret, acıları, sıcağı, soğuğu duysun diye benimki gibi cisimler yaratıyor, ama bunun sebebini, hikmetini bize açıklamak istemiyor. Üç kişiden meydana gelen bir cevherin yaptığı işlerde tuttuğu sonsuz yolu bizim aklımızın dolaşabileceğini sanan delidir. İnsanlar, gördüklerinizle yetininiz. Her şeyi anlamanız mümkün olsaydı, Meryem’in doğurmasına lüzum kalmazdı. (İnsanoğlu dört bir yanını dolduran eşyaları görmekle yetinmeli, bu eşyaların niçin, nasıl yaratıldıklarını anlamaya kalkışmamalıdır. Üç kişiden meydana gelen bir cevherin, yani Tanrı’nın işine insanlar akıl erdiremezler. Tanrı kullarının her şeyi öğrenmelerini isteseydi, Adem ile Havva’nın Bilme Ağacı’nın meyvesini koparmalarına ses çıkarmaz, böylece onların bu davranışları bir suç olmayacağından ilk günahın kefaretini ödemesi için Meryem’in doğuracağı çocuğuna lüzum kalmazdı. )
Araf önünün bu kesiminde, Tanrı’dan af dilemek, tanrısal gufrana sığınmak için son nefeslerini beklemiş olan ihmalciler yer almıştır. Duygularımızdan birine bir zevk veya acı arz oldu mu, ruhumuz bütün varlığı ile o duygularımızda toplanır ve adeta öteki duygularımızı hatırlamaz olur. Bu ise, bizde birden fazla ruh vardır diyenlerin böyle düşünmekle hata ettiklerini gösterir. İnsan, ruhu kuvvetle kendine bağlayan bir şey duydu veya gördü mü, vakit geçer de farkında bile olmaz, çünkü dinleyen hassa başka, ruhu kendine bağlayan hassa yine başkadır. Ruh sanki kementlenmiş gibidir, öteki ise tamamen serbesttir. (Ruh aslında bir tanedir, fakat üç aynı hastaya maliktir. Bu üç hassa yaşamak, duymak ve düşünmektir. Dante’ye göre, ruhun olduğunu göstermek güç değildir. İnsan, ruhunun bu üç hassasından yalnız birini faaliyete geçirdi mi, ötekiler sanki yokmuş gibi hareketsiz kalırlar.)
Not: (Yaptıklarına karşılık Tanrı’dan af dilemeyi son nefeslerine bırakmış olan günahkarların, günahlarının gerektirdiği Araf katına gidip cezalarını çekere paklaşmazdan önce asıl Araf’ın dışında kalan Araf önü denilen kesimde az veya çok bir zaman beklemeleri gerekmektedir. Ancak, Tanrı’nın sevgisini kazanmış biri çıkıp Tanrı’ya onlar için dua ederse, bir çeşit sınama süresi olan bu zamanın kısalması daima mümkündür.)
Bunlar, savaş meydanlarında can vermiş veya cinayete kurban gitmiş kimselerin ruhlarıdır. Öncekiler gibi bu kafiledeki ruhlar da tanrısal gufrana ancak son nefeslerinde sığınmışlar ve akıttıkları bir damlacık gözyaşı sayesinde günahları bağışlanarak paklaşıp Cennet’e çıkmaya hak kazanmışlardır.
Bu manzumede göreceğimiz kimseler de ecel-i kaza ile ölmüşler ve gözlerini hayata kapamazdan önce Tanrı’nın mağfiretine sığınarak bağışlanmışlardır.
Tanrısal takdirin tepesi asla eğilmez, aşk ateşi burada bulunan kimsenin borçlu olduğu ecri bir anda öder de ondan. (Anlamı: Tarı, kullarının kendisine olan borçlarını tam ve eksiksiz ödemelerini istemektedir.)
Ey, Tanrı’nın buyruklarını harf, harfine yerine getirseydiniz, dininize dört elle sarılmış olmanız ve Sezar’ın atına binmesine karşı koymamanız gereken insanlar! Dizginleri elinize aldığınız ve mahmuzlarla yola getiremediğiniz için bak, o hayvan nasıl huylandı. (Kilise mensupları kastedilmiştir. Kilise gasıp, imparatorluk da ilgisizlik yüzünden, memleketin içinde yüzmekte olduğu keşmekeşten sorumlu tutuluyor. İkinci cümlede ise, İtalya, başıboş kaldığı için huylanmış bir ata benzetiliyor.)
Kendini bildin bileli kaç defa kanunlarını, paranı, idare sistemini, adetlerini ve halkını değiştirdin! (O devirde Floransa’da devlet işlerinin içinde yüzdüğü keşmekeş kastediliyor. Halkını değiştirdin ifadesi ise, sık sık birbirini kovalayan sürgün olaylarına ve sürgünden dönenlerin vatanlarına kavuşmalarına işaret ediyor.)
Not: (Araf kurallarına göre geceleyin dağa tırmanmak yasaktır. İsa halka hitapla şöyle demiştir: “Karanlık basmadan, ortalık daha aydınlık iken yolunuza devam edin. Karanlıklar içinde giden bir kimse nereye gittiğini bilmez”. )
Vergilius ile Dante, Sordello’nun yanı sıra hükümdarlar vadisine inmişlerdir. Vadiyi yılandan korumak için gökten iki melek iner. Yılan şeytan kandırmasını, meleklerse Tanrı’nın yardımını temsil etmektedirler.
O, kılıcının ucu ile alnıma yedi P çizdi. (Yedi P, belli başlı yedi günahı gösteren sembollerdir.)
Not: (Altın anahtar: Papazlara verilmiş olan günah çıkarma yetkisini gösterir, değerinin fazla olması, altın anahtarın İsa çarmıha gerildikten sonra papazlara verilmiş olmasındandır. Gümüş anahtar, ilahiyat biliminin sembolüdür.)
Araf’ın bu ilk katını kibirliler paylaşmaktadır. Bunlar gözleri önlerinde, dizkapakları göğüslerine birleşmiş, günahlarının derecesine göre değişen ağır yükler altında sürüne sürüne yürümek zorundadırlar.
Bolognalı Franco’nun hayatta iken üstün olmak için duyduğum hırs yüzünden hiç de böyle nazik değildim. İnsan, duyduğu bu çeşit gururların kefaretini burada ödüyor. Kaldı ki, pekala günah işlemem mümkünken Tanrı’ya dönmemiş olsaydım burada bile olmayabilirdim. İnsanın yaptığı işlerle övünmesi ne boş şeymiş!
Üstadım söyle bana, “Üzerimden nasıl bir yük kaldırıldı ki yürürken hemen hemen hiç yorgunluk duymuyorum?” diye sordum. O cevap verdi “Yüzünde belli belirsiz bir halde taşıdığın P’ler, onlardan biri gibi tamamen silinince, ayakların iyi arzıma uyacak, öyle ki yorgunluk duyma şöyle dursun, yukarı doğru itilmek onlar için bir zevk olacak”.
Sırtlarında kül rengi harmaniyeler, dağın yine kül rengi dik yamacına yaslanmış bir ruh kafilesine rastlarlar. Bunlar hasetçilerin ruhlarıdır. Gözkapakları çelik tellerle dikili olduğundan, dünyada haset dolu bakışlarıyla yercesine soydaşlarına bakmış olan gözleri şimdi artık hiçbir şey görmez haldedir.
Bu dairede hasetçi günahkarlar kırbaçlanır. Bunun için kırbacın ipleri sevgiden örülmüştür. Dizginin, bunun aksi bir seste olması gerekiyor. Bana öyle geliyor ki mağfiret eşiğine barana kadar bunu işiteceksin. (Kırbacın ipleri: Hasetçileri yola getirmek için başvurulan çareler, bir başka deyimle onlara gösterilen erdem ve iyilik örnekleri. Dizgin: Her katın başladığı yerde gözlerin önünde serilmiş duran erdem örnekleri, insanı iyi, doğru olmaya zorlayan bir kırbaç işi görmektedir, öte yandan her katın sonunda rastlanan günahlar ve bunların çarpıldıkları cezalar ise, manevi dizgin yerine geçerek insanı kötülük etmek, günah işlemekten korumaya yaramaktadır. )
Gök ezeli güzelliklerini (yıldızlar) göstererek sizi çağırıyor ve çevrenizde dönüyor. Sizin gözleriniz ise yalnız yere bakıyor. (Gözleriniz maddi şeylerden başka bir şey görmüyor Bu yüzden hasetçisiniz, hasetçi olduğunuz için de günah işliyorsunuz.)
Vergilius’la Dante üçüncü katta kaim bir duman tabakası içinde ilerlerler. Ortalık, göz gözü görmeyecek kadar karanlıktır. Günahkarların varlıklarını ancak seslerinden anlamak mümkündür.
Dünya kördür. Senin de oradan geldiğin belli. Siz canlılar, her şeyin sebebini gökte buluyorsunuz. Sanki onun her şey kendisiyle beraber sürükleyip götürmesi mutlaka lazımmış gibi. Eğer böyle olsaydı istemek yetinizden eser kalmazdı, öte yandan iyi bir davranışın insana zevk vermesi, fena bir davranışın da acıya mal olması doğru bir şey olmazdı. (Bir an istemek yetisinin ortadan kalktığını düşünelim. O zaman fenaların cezalandırılmasına, iyilerin mükafatlandırılmasına lüzum kalmazdı. Çünkü iyi davranışlarımız gibi fena davranışlarınız için de ilk hızı Tanrı’dan alacak, işlediğimiz hatanın da, sevabın da sorumluluğunu kendimize değil, Tanrı’ya yüklememiz gerekecektir. Böyle bir şeyin ise imkansız olduğu apaçıktır.)
Ruh, daha doğmadan onu sevip okşamaya başlayan Yaradan’ın elinden çıktığı sıralarda, çocukların yaptıkları şekilde, sebebini bilmeden kah gülerek, kah ağlayarak oyun oynayan küçük bir kız çocuğu gibi, masumdur, hiçbir şey bilmez. Önce ufak zevklerin tadını tadar, aldanır; bir rehber veya dizgin çıkıp da sevgisini başka tarafa yöneltmezse, o bu zevklerin peşinden koşar. (Ruh Tanrı’dan kopmuş bir parçadır. Tanrı mutlak mutluluk olduğuna göre, o mutluluktan silik, uzak da olsa, ruhta bazı anı kırıntıları kalmıştır. Bu yüzden ruh bir çeşit içgüdüye uyarak ona o eski mutluluğu hatırlatan bir şey görse, ona doğru koşmak için can atar. Fakat ruh henüz gerçek nimetleri yalancı nimetlerden ayırt edecek olgunluğa erişememiştir. Gerçeğini buldum derken sahtesinin peşinden gider, bu yüzden aldanır. Bunun içindir ki doğrusu hangisi, yalanı hangisi, ona göstermeli, sevincini dizginlemeli, onu ölçülü olmaya alıştırmalıdır.)
Bugün Roma Kilisesi, her iki iktidarı da kendi elinde tutmakla çamurlara yuvarlanıyor, hem kendini, hem de üzerine aldığı yükü kirletiyor, diyebilirsin.
Ödevini gerektiği şekilde yerine getirmeyen yarlık aşkı burada, tedavi görüyor, tembel kürekçi kaybettiği şeyi burada yeniden elde ediyor. Fakat daya iyi anlayabilmen için sözlerime dikkat et, çünkü gecikmemiz senin için faydalı olacaktır. (Araf’ın dördüncü katında accidia denilen ve karşılığı olduğu gibi alınan bu kelime, Aquina’lı Aziz Tommaso’ya göre bir çeşit hüzündür ki, ona tutulan kimseler bedensel çaba yaparız korkusuyla manevi iyilikleri yerine getirmek konusunda ağır davranırlar.)
İnsanı mutlu yağmayan bir başka nimet daha vardır. O, mutluluk değildir, nimetlerin meyvesi ve kökü olan özün asıl kendisi de değildir. Buna aşırı düşkünlük gösteren aşk, üstümüzdeki ü dairede azap çeker. Fakat kendin arayıp bulasın diye, niye üçe ayrıldığını söylemiyorum. (Tanrı, her nimetin köküdür, çünkü bütün nimetler ondan vücut bulurlar; Tanrı ayı zamanda her nimetin meyvesidir, çünkü onu görmek, dünyada iyiyi, doğruyu severek yaşayanlar verilen bir ödüldür.)
Bu katta cimriler azap çekmektedirler. Yüzleri yere dönük olarak yerde serili yatan bu zavallılar, yaşadıkları sürece ruhlarının toza toprağa bağlı kalmış olduğunu yana yakıla itiraf etmektedirler.
Çünkü dünyanın dolup boşaldığı kötülüğü gözlerinden damla damla akıtan kafile, yolun dış kenarına doğru fazla yaklaşıyordu. Doymak bilmeyen açlığını yatıştırmak için bütün öteki hayvanlardan daha bol av bulup yutan eski kurt, sana lanetler olsun! (Dünyanın dolup boşaldığı kötülük: hasislik, daha doğrusu en geniş anlamıyla dünya nimetlerine karşı duyulan aşırı hırs ve tamahtır. Eski kurt ise hırs ve tamah sembolü anlamında cehennem kitabında da ifade edilmiştir.)
Crassus, sen iyi bilirsin, altının tadı nasıl, haydi söyle bize! Diye haykırıyoruz. (Crassus: Marcus Licinius Crassus, cimriliği ile tanınan bu adam MÖ 53 yılında ölmüştür. Partlara yenildiği zaman düşmanlarının eline geçmemek için adamlarına başını kesmelerini emretmişti. Kesik başı Partlar kralına getirildiği zaman kral ağzını açtırarak erimiş altın akıtmış, “Altına susamış adamdın, iç de doy” demiştir. )
Erdemin tutuşturduğu bir aşk daima bir başka aşkı tutuşturmuştur, yeter ki alevi dışarıya vursun.
Hepsinin gözleri çukura kaçmıştı ve mahzundu, yüzleri solgun, vücutları o kadar zayıflamıştı ki derileri kemiklerine yapışıyor, kemiklerinin şeklini alıyordu. Ağlayarak ilahi okuyan bütün bu ruhlar, boğazlarına gereğinden fazla düşkünlük gösterdikleri için, şimdi burada aç ve susuz kalarak paklaşıyorlar.
Burada şehvet düşkünleri alevler içinde yanarak yaklaşmaktadırlar. Üç şair, alevlerden uzak kalmaya çalışarak yolun uçuruma bakan kenarı boyunca ilerler. (Yedinci Kat)
Not: (Skolastiklere göre idrak, pasif ve aktif diye ikiye ayrılır. Pasif idrak demek aktif idrakin saçtığı nur sayesinde insanın tedrici bir şekilde bilgi edinebilmesi yeteneğidir. Melekler safi aktif idraktirler; hayvanlar ise basit hayvansal duyarlılıktan ibarettirler. İnsanlar bunun ikisi arası bir durum söz konusudur. İnsan, pasif idraki sayesinde hayvandan uzaklaşır, ama yine pasif idraki yüzünden meleğe yaklaşamaz. Demek ki pasif idrak insanı hayvanlıktan kurtarıp hayvanların üstün çıkarıyor ama onun meleğin seviyesine yükselmesine engel oluyor. İnsanı düşünen hayvan yapan da işte bu pasif idraktir.)
Not: (İnsan ölünce ruh, beden ve ruh hassalarının hepsini yanına alıp götürür, böylece organları yok olan duyusal hassalar faaliyetten kalır, dilsiz hale gelirler. Anlama hassaları, yani hafıza, zeka, irade ise, aksine kalıbın yükünden, baskısından kurtulmalarıyla akışkan olur, çok daha faal bir hale gelirler.)
Sağdaki tekerleğin yanında daire çizerek raks eden üç kadın geliyordu. Bunlardan biri kırmızı idi, o kadar kırmızı idi ki ateşin içinde ayırt etmekte güçlük çekerdiniz. İkincisinin etleri kemikleri sanki zümrüttendi. Üçüncüsü ise yeni yağmış bir kar kadar beyazdı. (Üç kadın: Üç teoloğa erdemi veya dinsel ödevi temsil ediyorlar)
Sol tarafta, kırmızılar giymiş dört kadın daha vardı, ki başında üç gözü bulunan içlerinden birinin ezgisine ayak uydurarak raks ediyorlardı. (Dört kadın: Dört esas erdemi canlandırıyorlar)
Zafer arabasının içinde, bir çiçek bulutuna bürünmüş olarak Beatrice gelir. Dante, Vergilius’u arar. Fakat Beatrice’nin gelmesiyle rehberlik görevi sona eren Vergilius ortadan kaybolmuştur. Beatrice, dikenli sözleriyle Dante’yi azarlar.
Beatrice “Onu bir süre yüzümle zapt ettim, ona genç gözlerimi gösterdim, yanıma alarak doğru yola götürdüm. Fakat ikinci çağımın eşiğine varıp da ölümlü hayatı arkamda bırakınca, beni bırakıp başkalarının kollarına atıldı. Ben etten ruha yükselip erdemimle beraber güzelliğim de artınca, beni daha az beğenir oldu, gözünde kıymetin azaldı. Öyle bir biganelik içinde idi ki, uyuduğu ve uyanık olduğu zamanlarda ona sesimi işittirebilmek için verdiğim esinlerin hiçbiri kar etmedi. O kadar aşağılara düşmüştü ki, onu kurtarmak için cehennemlikleri göstermekten başka yapılacak iş kalmıyordu. Bu yüzden ölülerin kapısından geçtim ve ağlayarak onu buraya getirenin ayaklarına kapandım” diye Dante’yi azarlamıştır.
Beatrice’nin, her an biraz daha dikenli bir hal alan acı azarlarına dayanamayan Dante bayılır. Kendine geldiği zaman Lethe ırmağına daldırılmış olduğunu görür. Matelda, Dante’ye ırmağın suyundan birkaç yudum içirir. Irmağın sağ kıyısında dört esas erdemi temsil eden dört genç kadın Dante’yi alır, Gryps’le Beatrice’nin karşısına getirirler.
Dante Beatrice’ye “ Yüzünüz benden gizlenir gizlenmez, yaratıklar yalancı zevkleriyle adımlarımı doğru yoldan uzaklaştırdı,” demiştir. Beatrice ise “Suçumu bilen bilge öyle bir bilgedir ki itiraf ettiğin şeyi saklamaya veya inkara yeltenseydin, suçun yine de belli olacaktı!” demiştir.
Güzel kadın kollarını açarak başımı sardı ve beni o şekilde suya daldırdı ki sudan içmem gerekti. Sonra beni nehirden çıkardı, raks eden dört güzelin arasına öyle ıslak ıslak götürdü. Bunlar kollarını belime doladılar. “Burada peri kızıyız, gökte yıldızız. Beatrice yeryüzüne inmezden önce, bizi onun hizmetine vermişlerdi. Seni onun gözlerinin önüne ileteceğiz. Yalnız şurada bakışları daha keskin üç kişi var ki, gözlerini Beatrice’nin gözlerinin tatlı parıltısının içine geçecek hale getirecekler.” (Raks eden dört güzel: Bu güzeller dört esas erdemi (hak ve adalet, tedbir, itidal, kuvvet) temsil ediyorlar. Üç kişi ise, erdemi veya dinsel ödevi(inan, ümit, merhamet) temsil ediyorlar. )
Dante, Beatrice’nin gözlerini doya doya seyrettikten sonra ruhani alay, geldiği yere dönmek üzere yola koyulur. Gryps, zafer arabasını bu ağaca bağlar. Bunun üzerine çıplak dallarda çiçekler açar, yemyeşil yapraklar biter. Uyku bastıran Dante uyuyakalmıştır. Gözlerini açtığı zaman, çevresinde yedi erdem ve şamdanlar olduğu halde, Beatrice’nin yerde oturmakta olduğunu görür, ötekiler gitmişlerdir. Bu sırada bir kartal, bir tilki ve bir ejder ağaca bağlı bulunan zafer arabasına saldırır. Bunun üzerine arabada garip, esrarlı birtakım dönüşümler olur. Bu dönüşümler sonucunda bir devle aşüfte bir kadın belirir. Dev, arabayı ağaçtan çözer. Bütün bu olup bitenlerin alegorik anlamları vardır. Bunların bir kısmı daha çözülmemiş, bir kısmı ise memnunluk verecek şekilde açıklanmıştır. Ağaç, Tanrı’nın adaletini temsil etmektedir; Adem buna karşı gelmiş, hakla yokken ona el uzatmak cüretini, cesaretini göstermiştir. Zafer arabasının geçirdiği dönüşümler, kilisenin bir çeşit kısaltılmış ve hiç şüphesiz cüretlice yapılmış tarihini özetliyor. Kilise, hırs ve tamah yüzünden bir canavar durumuna düşmüş ve Fransız kralı için iştah çekici bir lokma, bir av haline gelmiştir.
Zafer arabasının geçirdiği dönüşümler sona erdikten sonra, Beatrice, yanında yedi güzel kadın, Dante, Statius ve Matelda olduğu halde yola koyulur ve Lethe boyunca ilerleyerek ırmağın, Eunoe Nehri ile ortak olan kaynağına gelir. Dante, o ana kadar insanın yaptığı bütün iyiliklerin anısını hafızasında canlandıran ve pekleştiren Eunoe’nin suyundan içer. Şimdi artık paklaşması tamamlanmıştır.
Not: (Lethe nehrinin suları, yapılan fenalıklara ait anıları silmek hassasına maliktir.)
DEĞERLENDİRME:
Konu: İlahi Komedya üçlemesinin ikinci kitabı olan eserde, cennet ile cehennem arasındaki bir katman olarak bu kısımda bulunan kişilerden ve dönemin İtalya’sındaki eksiklerden bahsedilmektedir.
Üslup: Yazarın ilk kitaptaki üslubunun bu eserde de aynı şekilde devam ettiği ifade edilmelidir. Ancak ilkine göre sorun teşkil eden karakter çeşitliliğinin burada biraz daha azaltılarak verilmek istenen mesajın daha sade bir şekilde okuyucuya iletildiği kısımların fazlalaştığını belirtmek gerekmektedir.
Özgünlük: Konusu itibariyle dönemine göre sıra dışı kabul edilebilecek eserlerden birisi olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Karakter: Eserdeki ana karakterler olan Dante, Vergilius ve Beatrice’in önceki kitaba göre daha fazla anlatımın içinde olmaları, bununla birlikte Araf’taki bazı yan karakterlerin de yine gerçek kişilerin konuşturulmaları olsa da, olay örgüsüne daha dikkat çekici şekilde müdahil edilmeleri ikinci kitabın daha olumlu yanlarından olarak ifade edilebilir.
Akıcılık: Belirtilen hususlar uyarınca ilk kitaba göre daha sürükleyici olan eser, kimi zaman bir roman kadar dikkat çekici olabilse de, genel manada aynı akıcılığı koruyamamaktadır.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8,5
Üslup: 8
Özgünlük: 7,5
Karakter: 8
Akıcılık: 8
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8 puandır. Cehennem ile kıyaslandığında serinin devam kitabının ilk kitabından daha olumlu etkilere sahip olduğunu belirtmekte fayda vardır.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
İLAHİ KOMEDYA-ARAF
Yazar: Dante Alighieri
Yayınevi: Altın Kitaplar Yayınları
Baskı: 12. Baskı - Aralık 2020
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comentarios