YORUMLAR:
İlahi Komedya üçlemesinin son eseri olan Cennet, yazarın okuyucuya cennet kavramını daha somutlaştırarak ifade etmesini işlemiştir.
Yazarın, eserin komedya niteliği gereği kötüden iyiye doğru giden yapısında cennet tasvirleri diğer eserlerdeki kadar detaylı olarak ifade edilmemiştir. Bunun sebebi olarak ise, eserin başında Cennet’te zamanın olmamasının ve yukarı katlara çıkıldıkça görüntülerin daha bulanıklaşarak aydınlığın daha da arttığı gerçekleri ile açıklanması mümkündür.
Özellikle, en üst katta Tanrı ile karşılaşma şerefine nail olan yazar, burada her şeyin durağan ve sabit olduğunu yalnızca aydınlık bir nur ile karşılaştığını ifade etmiş ve bu görüntüyü tasvir etmekten aciz olduğunu belirtmekle yetinmek zorunda kalmıştır. Üç büyük semavi dinde de görüleceği üzere, Tanrı’nın betimlemesinin yapılmasından yazar da koyu bir Katolik olarak uzak durmayı tercih etmiştir. Kaldı ki, bu şekilde eserin sonu diğer bölümlerine göre okuyucu üzerinde daha mühim tesirler bırakmayı da başarmıştır.
Cennet’in diğer katlarına ilişkin gözlemlerde ise, anlatımlar daha çok azizler ve önemli dini şahsiyetler üzerinden Dante’nin sorgulanması ile devam etmiştir. Dolayısıyla diğer iki eserdeki, anlatım biçimi ile Cennet birbirinden ayrılmaktadır. Bu durum, birçok okuyucu ve kitap değerlendiricisi tarafından daha etkileyici ve okuma zevki yüksek bir eser olarak kitabın değerlendirilmesine sebep olmaktadır. Fakat, diğer eserlerde bahsedilmiş olan bazı detaylara bu eserde neredeyse hiç denecek kadar az rastlanılması, eserdeki mekan olgusunun oldukça soyut bir seviyede kalmasına sebep olmuştur.
Mekan olgusunun soyut bir şekilde tarif edilmeye çalışılmasının yanında, yazarın cennetin katlarını güneş sistemindeki gezegenlerin adlarından yararlanarak ifade etmesi de bir taraftan eserde çokça rastlanılan mitoloji unsurlarını da göstermektedir. Özellikle gezegenlerin temsil ettikleri bazı önemli kavramların dahi mitoloji ile birebir örtüşmesi, eserin hazırlanması aşamasında yazarın kullandığı kaynaklardan önemli bir tanesine de gönderme yapmaktadır.
Yine, eserde belirtilen ve dönemine göre bilimsel geçerliliği olan bazı bilgilerin günümüzde gerçeklikten uzak olduğu da fark edilmektedir. Ancak dönemine göre değerlendirildiğinde yazarın aynı zamanda, bilimsel eserlerden de sıkça yararlanma gayretinde olduğu ifade edilmelidir.
Üçlemenin son eseri olması sebebiyle, seri hakkında son değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir. Öncelikle, İslamiyet’e dair yalnızca Cehennem kitabında Hz. Muhammed’i kötüleyen bir yaklaşım gerçekleştirilmiş, bunun dışında İslamiyet yokmuş gibi davranılmıştır. Kaldı ki, eserdeki birçok terim ve kavramın daha detaylı tasvir edilebilmesinde İslami kaynaklardan faydalanılmış olduğu bilinmektedir. Rönesans öncesindeki uyanmayı tetiklemeyi gerçekleştiren eserlerden birisi olan Komedya ile yazar, diğer batılı yazarlardan ayrılarak kendisine daha evrensel bir anlam katmayı başaramamıştır. Katolik Kilise öğretileri üzerinden bütün dünya ve ahiret inançlarını ifade etmeye çalışan yazar, bunu Katolik kilisenin bazı öğretilerindeki yetersizlikler sebebiyle diğer iki dinden de yararlanarak gerçekleştirmekten geri durmamıştır. Bu yapılırken de hiçbir şekilde diğer dinlere gönderme gerçekleştirilmemiştir. Yalnızca Yahudilere gönderme yapılan bunların da tamamının negatif olduğu atıflar, Katolik Kilise’nin gerçek öğretileri olduğu iddia edilen konular dışında her şeyi yok saymakta veya yalanlamaktadır.
Sayılan hususlarla birlikte, eserin Rönesans’ı tetiklemesini sağlayan unsurunun ise, kilisenin mevcut dönemde içinde bulunduğu yozlaşmışlığa dikkat çekmesidir. Üç kitabın da birçok yerinde bu hususa ve dönemin İtalya’sına sıkça gönderme yapılmıştır. Böylece din adamlarının kendi çıkarları için dini öğretileri ve toplumu yanıltıcı hareketlerinden bahsedilmiştir. Hatta Cennet kitabının sonlarına doğru olan bir kısımda Dante, kilisenin içinde bulunduğu yobazlığı insanlığa duyurmakla görevli kılınmıştır.
Eserin bazı yerlerinde günümüzdeki dini sembollerin anlamlarının açıklanması ise, Türk toplumu olarak kendi hayatımızda dahi diğer dinler ile olan ortak yönlerimizi gözlemlemek açısından önem taşımaktadır. Bununla birlikte bu durum aynı şekilde batı dünyası bakımından da gözlemlenebilmektedir.
Sonuç olarak, üçlemenin son eseri olarak cennet konseptinden ve yazarın burada karşılaştığı kişiler ile olan diyaloglarının incelenmesi açısından her zaman okunamayacak eserlerden birisi olarak telakki etmek gerekmektedir. Hıristiyanlığın tekrar canlandırılması için bir uyarı kitabı niteliği de taşıyan eser, konuya meraklı olan okuyucular ile ortaçağ Avrupa’sını incelemek isteyenler için önemli bir kılavuz kitabı mahiyetindedir.
NOTLAR(*):
Cehennemle Araf’ta zaman kavramı vardı. Dante, yaptığını tasavvur ettiği ahiret yolculuğuna gerçekten yapılmış bir yolculuk hava ve çeşnisini sindirmek düşüncesiyle vakti saati saatine ve hatta dakikası dakikasına bildirmeye elinden geldiği kadar dikkat etmiştir. Ama Cennet’te artık zaman yoktur. Dante, gözleri Beatrice’nin gözlerine çevrili ve adeta bağlı, yıldırımdan daha hızla göğe yükselmektedir. Beatrice, Tanrı’nın tasviri olan güneşe bakmaktadır.
Bütün yaratıklar, çeşit ve türlerine göre, bu dediğim düzen içerisinde, esaslarına az veya çok yaklaşmış bir halde bulunurlar. (Kainatta yaratılmış ne kadar şey varsa, hepsi de Tanrı’dan gelmişlerdir, dolayısıyla iyiye, doğruya susamışlardır, içgüdüleri onları bu yola yöneltir. Yalnız ne var ki, iyiyi istemeleri başka başka şekillerde olur. Dante büyün bu düşünceleri Aziz Tommaso’dan almıştır.)
Gördüğün şekiller hayal değil gerçek cevherlerdir. (Gerçek ruhlar anlamında gerçek cevherlerdir ifadesi kullanılmıştır.) Sözlerinde durmadıkları için buraya sürülmüş bulunuyorlar. (Cennet’teki bütün ruhların bulundukları yer. Aslında arşıaladır. Bu ruhlar aynı zamanda hem kendilerine ayrılmış Cennet katlarında bulunurlar, hem de arşıalada. Bu itibarla buraya sürülmüş bulunurlar, hem de arşıalada.)
Ben dünyada iken bakire bir rahibeydim. Dikkatli bakarsan, artmış olan güzelliğim benim kim olduğumu senden saklamayacaktır. Benim Piccarda olduğumu tanıyacaksın. Burada öteki cennetliklerle beraber bulunuyor ve en ağır dönen kürede mutlu yaşıyorum. Yalnız Kutsal Ruh’un hoşlandığı şeylerle tutuşan arzularımız, kurduğu düzene uymanın sevinci içindedirler. Son derece aşağı görünen bu durum (Cennet mutluluğu yukarı çıkıldıkça derece derece arttığına göre, ilk Cennet katı olan Ay Gök’ünde bulunan cennetliklerin duydukları mutluluğun öteki göklerdeki ruhların mutluluğu yanında çok sönük kaldığı apaçıktır.) verdiğimiz sözleri kısmen savsadığımız ve bozduğumuz için bize mukadder oldu. Daha yukarıda olmak isteseydik, arzularımız, bize burasını layık görmüş olanın iradesine uymazdı. Eğer bu arada sevgi içerisinde yaşamak zorunluluğu varsa ve sen bunun ne olduğunu iyice anladınsa, böyle bir şeyin bu kürelerde yeri olamaz. O zaman açıkça anladım ki, en büyük nimet her yere aynı derecede inmese de, gökte her yer Cennet’tir.
Baskı altında kalan baskıyı yapana hiçbir surette boyun eğmemişse, ancak o zaman zor kullanılmıştır denilebilir. Bu ruhlar böyle bir mazeret gösterecek durumda değildirler. (Beatrice inanı, Tanrı tarafından insanlara esindirilen dinsel gerçeği temsil ettiğine göre, bu ikinci şüphenin Dante’yi akidelerinden uzaklaştırması pek varit olmazdı.) Çünkü irade isterse bükülmez, zor karşısında kalıp bin defa da şiddetle eğilen ateş, tabiatı gereği nasıl yaparsa, öyle yapar. Az veya çok bükülürse, kuvvet karşısında eğiliyor demektir. Bu ruhlar da işte böyle yapmışlar, kutsal yere dönmek ellerindeyken dönmemişlerdir.
Burada senden şunu bilmeni isterim: İradeyle baskı birbirine karışmıştır, bundan dolayı da işlenen hatalar mazur gösterilemez. Mutlak irade (Herhangi bir baskının altında olmayan ve serbestçe hareket edebilen irade anlamında.) fenalığa asla rıza göstermez, ancak ne var ki irade, boyun eğmediği takdirde daha büyük bir felaketle karşılaşmaktan korktuğu için, yerine göre az veya çok muvafakat eder.
Not: (Araplar, Kartacalılardır. Dante devrinde büyün Kuzey Afrika halkına Arap denmektedir.)
Canlı adalet böylece arzularımızı o şekilde paklaştırıyor ki, bunlar fena hiçbir şeye asla yönelmiyorlar.(Cennet’te herkes kendi hakkına razıdır, çünkü herkes ne ektiğini ve ne biçmesi gerektiğini çok iyi bilmektedir. Bu bakımdan daha büyük bir mutluluğu özlemek gibi fena hiçbir şeye asla yönelmiyorlar. )
İstemek hassasının iyi bir şekilde dizginlenmesine dayanamayan o anadan doğmayan adam (Adem), kendini mahvetmekle, kendinden gelenlerin çoğunu da mahvetmiştir. Bu sebepten insan soyu büyük bir hata içinde yüzerek, yüzyıllarca orada sakat bir halde kalmış; günün birinde ebedi aşkın etkisiyle, Yaradan’ından ayrılan cevheri orada kendinde birleştiren Tanrı’nın Oğlu lütfedip yeryüzüne inmiştir. Şimdi söyleyeceğim şeylere iyice dikkat et: Yaradan’ına bağlı olan bu cevher yaradılışında iyi ve saftı. Fakat kendi hatası yüzünden gerçek yolundan ve kaderinin çizdiği yoldan uzaklaştığı için, Cennet’ten kovuldu. Şu halde çarmıhta çekilen cezayı alınan cevherle ölçecek olursak, hiçbir cezanın adalete bu kadar uygun bir şekilde verilmemiş olduğunu görürüz. Ancak, bu cevheri kendisinden birleştiren ve o cezayı çeken kimse göz önüne getirilecek olursa görülür ki, bundan daha adaletsiz bir ceza asla verilmemiştir. (Adem, Yaradan’ına itaatsizlik etmiş ve günaha girmiştir. Ondan gelen insanlar da günahkar doğmuşlar ve Tanrı’yla araları açık olarak yaşamışlardır. İsa bu ilk günahın kefaretini kendi kanı ve canıyla ödemiştir. Çarmıha gerilen, Adem’in günahının cezasını çeken İsa’nın insan tarafıdır. Bu sebepten hiçbir ceza adalete bu kadar uygun bir şekilde verilmemiştir. Ancak İsa yalnız insan değil, aynı zamanda tanrı niteliğini de kendinde bulunduruyordu, bu yüzden de, Adem’in işlemiş olduğu günahtan arıydı. Ve işte bundan dolayıdır ki, İsa’nın çarpıldığı cezadan daha adaletsiz bir ceza verilmemiştir.) Aynı eylemden başka başka sonuçlar çıkmasının sebebi budur: Aynı ölüm hem Tanrı’ca, hem de Yahudilerce sevinçle karşılanmış, ama yine aynı ölüm yüzünden yer yerinden oynamış ve gök açılmıştır. (Eylem, yani İsa’nın ölümü, aynıdır, ama sonuçları başka başka olmuştur. Tanrı, işlenen günahın kanla temizlenmesinden memnundur; Yahudiler de memnundurlar, çünkü kin ve haset yüzünden masum bir insanın kanına girmişlerdir. İsa’nın ölmesi üzerine Tanrı kullarını affetmiş, böylece Cennet’in kapıları insanlara açılmıştır.)
İnsan yaradılışının çizdiği sınırların içerisinde kaldıkça kendi kendisine asla istiğfar edemezdi; çünkü haddini bilip itaatsizlik ederek yükseklere çıkmak istediği zaman da yine öyle acizdi. (İnsanoğlu Tanrı’ya eşit olmaya yeltenmek, onun sonsuz yüksekliğine erişmeye kalkışmakla kibrini, azametini göstermiş ve çok büyük günah işlemiştir.)
Çünkü Tanrı, insana günahını bağışlayıp vermek dururken, onu yola getirmek için kendini vermekle çok daha cömertçe davranmıştır.
Not: (Ateş, hava, toprak ve su gibi dört unsurla bunların karışımından meydana gelen öteki maddeler ömürsüz, yarınsız, bozulabilir cisimlerdir, çünkü bunları doğrudan doğruya Tanrı kendisi yaratmamıştır. Bunlar, madde ve şekillerini yaratılmış bir hassadan, yani çevresinde dönen yıldızların içinde bulunan bir güçten almışlardır. Melekler, gökler ise doğrudan doğruya Tanrı tarafından yaratılmışlardır. Doğrudan doğruya Tanrı tarafından yaratılmamış olan maddeler bozulabilen şeylerdir, doğrudan doğruya Tanrı tarafından yaratıla yaratıklar ise bozulmaz varlıklardır. )
Not: (Adem, doğrudan doğruya Tanrı tarafından yaratılmıştır, şu halde ebedidir. Dolayısıyla ondan gelen insanlar da ebedidirler. Böyle olunca da öldükten sonra tekrar dirilmek hakkı yalnız insanoğluna tanınmış bir imtiyazdır.)
Venüs katındaki ruhlar, ölümlü hayatlarında gezegenin etkisiyle aşka fazla düşkünlük gösteren ama sonunda sevgilerini Tanrı’ya yöneltmeye muvaffak olan cennetliklerdir. Bu ruhlar, pek silik bir halde de olsa, insan görünüşünü daha tamamen kaybetmemişlerdir.
İlk üç gökteki cennetlikler, giderek silikleşmekle beraber insanın şekil ve çizgilerini henüz kaybetmemişlerdir. Öte yandan bu katlardaki sahnelerle Araf’ta geçen sahneler arasında, sıkı benzerlikler ve yakınlıklar vardır. Yukarı Cennet katlarında ise daha başka bir havanın estiğini; bundan böyle dünyanın, en acı dikenli tenkitlerin savrulması için mükemmel bir tema olarak ele alındığını göreceğiz.
Dante, Güneş Gök’ünde, güneş ışığından daha parlak birtakım ışıklar görür. Bunlar bilginlerin ve din bilginlerinin ruhlarıdır. Dante, ortaçağını ve büyün çağların en ünlü din bilginlerinden biri olan Aquina’lı Tommaso’nun ruhu ile konuşur ve azizin aynı kafilede bulunan bazı ruhlar hakkında verdiği açıklamaları dinler.
İçimizde en güzeli olan beşinci nur, öyle büyük bir aşkla yanıyor ki, yeryüzünde herkes hakkında bilgi edinmek için can atıyor. Bu nurun içinde o yüce ruh var. Ona öyle sonsuz bir bilim aşılanmıştır ki, eğer gerçek gerçekse, onun kadar bilgili bir ikinci bilgin daha gelmemiştir. (Beşinci Nur: İsrail peygamber ve hükümdarı Süleyman)
Aziz Tomması, Süleyman Peygamber’in, Adem’in ve İsa’nın akıl ve zekasına dair Dante’nin bir şüphesini giderir ve uzun konuşmasını, insanların bir şey hakkında yargıya varırken iyi düşünüp taşınmadıklarını belirterek bitirir.
Kralların akıl ve hikmeti eşsiz bir bilimdir.
Çünkü tez elden edinilen fikir çoğu zaman yanlış bir yol tutar, tutku ise insanın anlayışına sonradan kement vurur.
Kıyamet gününden sonra Cennet’teki ruhların durumlarının ne olacağına dair Süleyman Peygamber’in yaptığı açıklamayı dinledikten sonra Beatrice ile Dante, Merih Gök’üne çıktılar. Savaşarak din uğrunda canlarını vermiş olanların ruhları, parıl parıl yanan bir haç meydana getirecek biçimde dizilmişlerdir.
Süreksiz şeylerin aşkıyla, bu aşka ebediyen yüz çeviren bir kimsenin sonu gelmez bir cezaya çarpılması doğrudur.
Beklenen ok insana daha yavaş saplanır.
Jüpiter Gök’üne yıldırım hissiyle çıkarlar. Burada, adalet yeryüzünde yerleştirilmiş hükümdarlar yer almıştır. Bu hükümdarlar, sıra olarak birtakım harf ve kelimeler yazarlar, sonra da, Tanrısal Takdir’in yeryüzünde bazı isteklerini gerçekleştirmekle görevlendirdiği imparatorluk kartalının şeklini çizecek düzende dizilirler.
İmparatorluk simgesi olan kartal, Dante’ye, insanlar için inanın lüzumundan, tanrısal adaletin insan zeka ve anlayışının çok üstünde olduğundan, Hıristiyan hükümdarları arasında ahlaki düşkünlüğün almış yürümüş olduğundan bahseder.
Konuşmasına devam eden kartal, gözünü meydana getiren altı adaletli hükümdarın kimler olduğunu Dante’ye söyler. Dante’nin bir noktada şüpheye düştüğünü görmesi üzerine, bu altı hükümdarın ikisinin, pagan oldukları halde, Tanrı’nın gufranı sayesinde İsa’ya nasıl iman ettiklerini ve Cehennem’e gitmekten kurtulduklarını etraflıca açıklar.
Ölümlü ömrümün bitmesine az kala, fenadan betere geçen o şapkayı kabul etmeye çağrıldım ve zorlandım. (Fenadan betere geçen şapka, kardinal şapkasıdır. Burada kardinal olunmasından bahsedilmektedir.) Cephas’la Kutsal Ruh’un o sevgili kulu (Aziz Pavlus kastedilmiştir.) nereden yiyecek bir şeyler bulsalar çimlenerek, zayıflıktan avurtları avurtlarına çökmüş bir halde ve yalınayak geldiler. Şimdi, zamane papazları öyle ağır çekiyorlar ki, kendilerini iki taraftan tutsunlar, önlerine düşüp yol göstersinler, kaftanlarının etekleri arkalarından taşınsın istiyorlar. Alay atlarını cüppeleriyle örtüyorlar, öyle ki bir deri altında iki hayvan yol alıyor.
Aziz Benedetto, Dante’ye esrime ve dalınç içindeki öteki ruhları gösterir ve tanıtır; daha sonra tarikatının soysuzlaşmasından acı acı yakınır. Sözlerini bitirince azizle beraber öteki ruhlar da mistik merdivenden yukarı çıkarlar, Dante de peşlerinden gider ve böylece, göz açıp kapayıncaya kadar kendini sekizinci Cennet katında bulur. Burası Sabit Yılzdızlar Gök’üdür. Buradan, aşağıda kalan yedi gezegene ve uzakta, uzayda, bir nokta halinde görünen, kötülükler ülkesi dünyaya kuşbakışı bakar.
Dante, sekizinci Cennet katında İsa’nın zafer alayını ve göğe çıkışını izler. Meryem’le havariler şairin gözü önünde durmaktadırlar. Cebrail’in çağrısı üzerine Meryem arşıalaya yükselir, öteki cennetlikler hep bir ağızdan Regina Coeli ilahisini söyleyerek onun Tanrı’nın yanına dönüşünü kutlarlar.
Gözlerini aç, bak ne hale geldim; çünkü öyle şeyler gördün ki sana gülümsememe dayanacak kuvveti vermiştir. (Beatrice, Satürn Gök’ünde Dante’ye gülümsemekten kaçınmıştı, çünkü Dante, gülümsemesinin parlaklığına dayanacak kuvveti henüz elde edememişti. Şimdi İsa’nın zafer alayını seyrettikten sonra bu duruma gelmiş bulunuyor.)
“Pederim, Roma’yı seninle birlikte doğru yola getiren sevgili kardeşinin gerçekten asla uzaklaşmayan kaleminin yazdığı gibi, inan, ümit edilen şeylerin cevheri, gözle görülmeyen şeylerin de delilidir”. Bunun üzerine şöyle denildiğini işittim: “İnanı onun ilkin cevherler, sonra da deliller arasına koymasındaki sebebi iyice anlıyorsan, düşüncen doğrudur”. Ben dedim ki: “Burada bana görünen derin şeyler, yeryüzündeki gözlere o kadar gizli kalıyor ki, varlıkları yalnız yüksek ümidin dayandığı inanla kendini belli ediyor. Bu yüzden inan cevher niteliğini kazanıyor. Başka bir şey görmeden, inana göre kıyas yapmak zorundayız. Bunun için de inan delil niteliğini alıyor. “
“Bana gerçeği gösteren delil, ortada duran eserlerdir ki tabiat, bunları yapmak için, hiçbir zaman demiri ateşte ısıtıp örste dövmemiştir”. Bana şöyle mukabele edildi: “Söyle bakalım: Bu eserlerin meydana geldiğini sana kim temin ediyor? Bunu sana temin eden, zaten senin ispat etmen gereken şeyin ta kendisidir”. “Eğer” dedim, “Dünya Hıristiyanlığa mucizesiz eriştiyse, bu öyle bir mucizedir ki, ötekiler onun yüzde biri bile etmez. Çünkü bir vakitler bağ iken şimdi dağ olan tarlaya iyi bitkiyi ekmek için sen aç ve yoksul girmiştin.”
Not: (Üçler: Petrus, Yuhanna ve Yakup. Sen onu temsil etmiştin: Ahdi Cedit’te ümidi temsil ettin anlamındı. İsa, öteki havarilerden çok bu üçüne tanrılığını daha açık bir şekilde göstermiştir. )
Kafilemizin üzerine ışık saçan güneşte yazılı olduğu gibi kötülüklerle savaşan kilisenin, bundan daha çok ümitle dolu bir evladı daha yoktur. Bu sebeple, giriştiği savaşın sonunu alamadan, her şeyi görmesi için Mısır’dan Kudüs’e gelmesine müsaade edilmiştir. (Mısır’dan Kudüs’e ifadesi, Mısır, her türlü kötülüğün vatanı olan arzı; Kudüs ise Cennet’i ebedi mutluluğu temsil etmesi bakımından kullanılmıştır.)
Bu nur, pelikanımızın göğsünde yatan ve haçın üstünde, yüksek göreve layık görülenin ruhudur. (Pelikanımızın göğsünde yatan: Peliikan, İsa; göğsünde yatan ise Aziz Yuhanna’yı ifade etmektedir. Ortaçağda pelikan kuşunun yavrularını kendi etiyle beslediği ve hatta bazen kendi kanıyla dirilttiği sanılırdı.)
Aziz Yuhanna, merhamet konusunda Dante’yi sınar. Daha sonra Adem belirir, yaşadığı yeryüzü cenneti ve konuştuğu dil üstüne Dante’ye bilgi verir.
“Söyle bana, ruhunun arzuladığı şey nedir? Emin ol, gözün sönmemiş, sadece geçici bir süre için görmez olmuştur. Sana bu tanrısal ülkede rehberlik eden hanımın bakışında, Anani’nın elindeki hassa vardır” (Anania: Şam yolunda gördüğü şeylerle gözü kamaşan Aziz Pavlus’un gözlerini açan bir Hıristiyan.) Ben dedim ki: “Benim daima yanıp tutuştuğum ateşle beraber girdiği kapıların, yani gözlerimin devasını o ister er, ister geç, nasıl dilerse öyle versin. Bu saray halkını mutluluğa gark eden nimet (Tanrı), aşkın bana yüksek veya alçak sesle okuduğu defterde yazılı ne varsa, her şeyin alfa ile omegasıdır. (Yani başı ve sonunu ifade etmektedir.)
“Oğlum şunu iyi bil ki, bu sürgünün asıl sebebi, meyveden tatmak değil, sadece konulan sınırı aşmış olmaktır. Hanımının Vergilius’u çıkardığı yerde ben tam dört bin üç yüz iki güneş devri boyunca bu toplantıya katılmayı arzuladım durdum ve yeryüzünde bulunduğum sırada da güneşin yolu üzerindeki yıldızların arasına tam dokuz yüz otuz defa geldiğine tanıklık ettim. İnsanların arzuları, göğün etkileriyle bidüziye değiştiğinden, akıl ve mantığa dayanan hiçbir eser sonsuzluğa kadar devam edemez.
Beatrice, Dante’yi alarak İlk Devindirici Gök’üne çıkarır ve ona bu göğün yapısı hakkında açıklamalar yapar.
Rengimi değiştirdiğime sakın şaşma, ben konuşurken hepsinin de benim gibi renk değiştirdiklerini göreceksin. Yeryüzünde Tanrı’nın oğlu huzurunda boş olan benim yerimi, benim yerimi, benim yerimi gasp eden (1300 yılında papalık makamını işgal eden VIII. Bonifazio. Ancak şair, bu değişle, Cennet’in son manzumelerini yazdığı sıralarda papa bulunan 12. Johannes’i de kastetmiş olabilir.) mezarlığımı (Roma ve Vatikan) bir kan ve pislik deryası haline getirdi. Bu durum karşısında, gökten düşen lanetli (Lucifer), orada sevinçten titriyor.
Dokuzuncu Cennet katı olan İlk Devindirici’de Dante, bir nokta ve bu noktanın çevresinde dönen dokuz daire görür. Nokta Tanrı, daireler de dokuz melek sınıfıdır ki, bunlardan her biri yönetimindeki dokuz gökten birinin hareketini sağlamakla görevlidir.
Beatrice, Dante’ye meleklerin nasıl yaratıldıklarını açıklar; içlerinden bazılarının Tanrı’ya nasıl başkaldırdıklarını hatırlatır; birtakım din adamlarının, kendilerine aşırı bir güvenle, iyi bilmedikleri bir konuda ileri geri söz söylemelerini tenkit eder.
O halde arzunun üç ateşi söndürülmüş demektir. Meleklerin bir kısmı, bir solukta yirmiye kadar saymak için geçen zamandan daha da önce, unsurlarınızın desteğini bulandırmakta gecikmedi. Geriye kalanlar ise bağlılıktan ayrılmadılar ve gördüğün bu sanata öyle zevkle koyuldular ki, dönmekten kendilerini bir türlü alamıyorlar. Düşmelerine sebep, kainatın bütün yüklerini sırtına yüklendiğini gördüğün yaratığın lanetli gururu olmuştur. Bu cevherler, Tanrı’yı görmek ergisine erince, hiçbir şeyin kendisinden gizli kalması mümkün olmayan varlıktan gözlerini artık bir daha ayıramamışlar, araya giren başka bir şey Tanrı’ya bakmalarına asla engel olmamıştır. Onun için bu cevherlerin ayrı bir kavramla hatırlamaya ihtiyaçları yoktur. Yeryüzünde bu gerçeğe inananlarla inanmayanlar, gözleri açık rüya görüyorlar. (Meleklerde de hafıza vardır, ancak bu hafıza insanların hafızasından farklıdır, çünkü meleklerin hafızası unutulanı hatırlamak değil, her an olmakta bulunan bir şeyi bilmekten ibarettir.)
Geride bıraktıkları dokuz Cennet katının devinmesine, çok az da olsa, maddesel bir yapıları olmasına karşılık, safi ışık olan arşıala tamamen madde dışı hareketsizdir. Arşıala, Tanrı’nın ve maiyetindeki meleklerle cennetliklerin bulundukları yerdir. Arşıala ilkin Dane’ye çiçekli iki sahil arasında süzülen bir ışık nehri halinde; daha sonra da baştan aşağı beyazlara bürünmüş cennetliklerin oturdukları muazzam bir amfiteatr biçiminde görünür.
Dante, hayretle karışık hayranlıkla Cennete bakar. Kendisinden bazı şeyler sormak için Beatrice’nin bulunduğu tarafa dönünce karşısında beyazlar giymiş, saygıdeğer bir ihtiyarın durduğunu görürü. Beatrice, Vergilius’un Araf’ta yaptığı gibi bir şey demeden oradan ayrılmış, gidip kutsal güldeki yerine oturmuştur. Şaire cennetin bu son aşamasında rehberlik edecek olan kişi Aziz Bernard Dante’yi Meryem’e bakmaya çağırır.
Aziz Bernard, Dante’ye göksel gülü oluşturan bu muazzam amfiteatrın düzenini açıklar. Gül dört kısımdan meydana gelmiştir: Meryem’in sağında üst sıralarda erişkin Ahdi Cedit cennetlikleri, alt sıralarda erin olmadan küçük yaşlarda ölen Hıristiyan çocukları; solundaki üst sıralarda Ahdi Atik erişkin cennetlikleri, alt sıralarda İbrani çocukları oturmaktadır. Aziz, cennetliklerden bazılarının ruhlarını Dante’ye gösterir ve Tanrı’yı temaşa edebilmesi için onu Meryem’in aracılığını ricaya davet eder.
Şimdi de İsa’ya en çok benzeyen yüze bak (Meryem), seni yalnız onun parlaklığı İsa’yı görmeye hazırlayabilir. O yüzün üzerine, bu yükselişlerde uçmak için yaratılmış kutsal ruhların taşıdıkları öyle bir sevinç yağdığını gördüm ki, o zamana kadar gördüğüm şeylerin hiçbiri beni bu derece hayran bırakmamış ve bana Tanrı’ya bu derece benzeyen bir tasvir daha göstermemişti. İlk olarak ona doğru inmiş olan aşk.(Cebrail)
Aziz Bernard’ın ricası üzerine Meryem aracılık eder, böylece Dante, Tanrı’yı görür. Şimdi artık en büyük uhrevi mutluluğa erişmiş, Tanrı’nın arzu ve dileği kendi arzu ve dileği olmuştur.
Ben arzu ateşimin gerektiği şekilde en yüksek haddini bulmakta olduğunu duyuyordum. Bernard gülümsüyor ve bana yukarı bakmamı işaret ediyordu. Fakat ben zaten kendiliğimden onun istediği hale gelmiştim, çünkü saf bir hale gelmiş olan bakışlarım, gerçeğin kendisinden başka bir şey olmayan yüce nurun parıltısına gitgide daha fazla nüfuz ediyordu. Hafızam böylesine aşırılık karşısında aciz kaldığı gibi, böyle bir görünüş karşısında yenilen lisanımız da o andan sonra gördüğüm şeyleri artık tasvir edemez oldu. Rüyada bir şey görürüz, fakat uyandığımız zaman, duyduğumuz heyecanın anısından başka, ne varsa her şeyin zihnimizden silinmiş olduğunu sezeriz, işte ben de aynı durumda idim, çünkü gördüklerimin hemen hepsi silinip gitmişti. Bununla beraber, bu temaşadan doğan tatlılığın hala ağır ağır kalbimde aktığını duyuyorum.
Bu nur karşısında insan o hale geliyor ki, başka bir şeye bakmak için başını çevirmeye razı olması artık mümkün değildir, çünkü isteğin, dileğin hedefi olan her nimet orada toplanmıştır, orada kusursuz olan onun dışında kusurludur.
Burada yüksek temaşaya devam için gücüm tükendi; fakat bir tekerlek nasıl düzenli bir hareketle dönerse, güneşi ve öteki yıldızları devindiren aşk (Tanrı) da arzumla irademi artık öylece döndürüyordu. (Dante’nin arzu ve iradesiyle tanrısal arzu ve irade arasında tam bir ahenk kurulmuştur: Bu ahenk, uhrevi mutluluktur. Böylece Dante uhrevi mutluluğa erişmeye muvaffak oluyor. Cennet de yıldızlar kelimesiyle sona eriyor. Nitekim Cehennem ile Araf da aynı kelimeyle son bulurlar.)
DEĞERLENDİRME:
Konu: Serinin üçüncü kitabı olan eserde yazar, Cennet’i tasvir etmeye çalışmakla birlikte orada kimlerin olduğunu ve gerçekleştirdiği birtakım ulvi konuşmaları işlemektedir.
Üslup: Yazarın diğer eserlerinde bahsedilen üslup unsurları burada da etkisini muhafaza etmektedir. Üçleme şeklinde kaleme alınmış olan eserde, dönemin karakterlerinden fazlasıyla yararlanılması okuyucu için üslubun bolca dipnot incelemesine dönüşmesine sebep olmaktadır.
Özgünlük: Eserin niteliği itibariyle işlemiş olduğu konseptler birçok kitapta incelenmeyen daha çok dini kitaplarda görülen unsurlardır. Bu sebeple eserin, özgün bir şekilde bu kavramları incelemesi sıradışı bir klasik meydana getirmiştir.
Karakter: Eserdeki karakterlerin diğer kitaplarda olduğu gibi fazla olması bir aşamada okuyucunun dikkatini dağıtmakla birlikte karakterlerin tamamının gerçek şahıslar olması ve insanlık tarihinde önemli görevlere sahip olmaları hasebiyle okuyucuları meraklandırmayı da başarmaktadır.
Akıcılık: Üslup ve karakter kısmında bahsedilen hususlar dikkate alındığında eserin bir roman gibi sürükleyici olmadığı aşikardır. Ancak kitabın türü sebebiyle bu seviyede bir kıyaslamanın da isabetli olmayacağını belirtmek gerekmektedir.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8
Üslup: 7,5
Özgünlük: 8,5
Karakter: 8
Akıcılık: 8
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8 puandır. Belirtilen hususlar dikkate alındığında dünya klasikleri arasında gösterilen eserin, içerdiği manzumeler ile din tarihi için incelenmesi gereken önemli kaynaklardan olduğunu belirtmek gerekmektedir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
İLAHİ KOMEDYA-CENNET
Yazar: Dante Alighieri
Yayınevi: Altın Kitaplar Yayınları
Baskı: 11. Baskı - Şubat 2021
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
コメント