YORUMLAR:
Yazar, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kitabın iki ana karakteri üzerinde hazırlanmış olunan hikayede 1910 senesinde yani Osmanlı'nın son yıllarında ülkedeki durumu ve halkın vaziyetini tasvir etmek amacıyla İrfan Galip, dönemin Türk aydınlarının dahi içinde bulunduğu durumu gösterip bir yandan da toplumun cehaletini gözler önüne sermektedir. Hikayede değinilen her kesim üzerinden toplumumuza satirik ve biraz da mizahi bir yöntem ile uyarılarda bulunulmuştur.
Bir diğer önemli karakter olan Feriha Davud ise, dönemin kadına bakış açısını yansıtarak günümüzde adeta modern kadın profiline hazırlanan baskın karakterli bir kadın olarak ana karakter İrfan Galip'i hüviyetini son ana kadar gizleyerek etkileme başarısında bulunan, ideal yeni nesil bir Türk kadını profilini betimlemektedir.
Feriha ilk başlarda İrfan'ı kadınlara karşı olumsuz yazıları ile tanısa da sonrasında bilime değer veren çağının ilerisinde bir insan olduğunu düşünmesi ve birkaç konferansına giderek kendisine uygun bir eş olarak değerlendirebilmek için birtakım testlerden geçirdiği görülmektedir. Hikayenin sonunda bu testler detaylı olarak sayılmış ve hem okuyucuyu hem de İrfan'ı hayretler ve bir o kadar da hayranlık içinde bırakmıştır.
Hikayenin başlarında İrfan, dünyaya yaklaşmakta olan Halley Kuyrukluyıldızı ile ilgili hem bilgilendirmeler hem de konferanslar vermek istemiştir. Ancak insanların çoğunun durumun ehemmiyetini kavramak istememesi ve aynı zamanda cehalet maskelerinden kurtulmayı reddetmeleri sebebiyle onlara gördüğü bir rüyayı adeta gerçekmişçesine anlatarak bu kuyrukluyıldızın dünyayı yok edeceğini söylemiştir. Bu bilgi ile insanların dikkatini çekerek onlara bir süre sonra doğruyu söylemeyi düşünen İrfan, tam aksine bir infiale sebep olmuş ve vermek istediği bilimsel mesaja hiç değinememiştir.
Bununla birlikte ana karakter, kadınlarla ilişkilerinde her zaman sorun yaşadığı için bilimsel yazılarında dahi kadınları eleştirmekten geri durmamıştır. İşte bu süreçte Feriha Davud, kendisini konferanslardan birisinde görmüş ve ondan etkilense de birtakım testler yapmaya karar vermiştir. Kendisini ilk başta isimsiz bir kadın olarak tanıtarak ona yalnızca bir ulak aracılığı ile posta göndermiştir. Yine bu ulak aracılı ile ondan da mektup almaya devam etmiştir. İrfan ise, kadınlara karşı olan zayıflığı sebebiyle daha ilk mektubunda Feriha'nın bilime olan tutkusundan etkilenerek ona olan sevgisini ilan etmiştir. Feriha'nın bunu reddetmesi ve onu yine bu mektuplar ile testine devam ettiği aşamada mektuplaşmaları devam etmiştir. En son İrfan, Feriha'nın ulağını takip etmeye çalıştığında ise, Feriha ona sanki başka bir kadınmış gibi kendisini kötüleyerek erkekleri bu şekilde isimsiz mektuplarla kandıran birisiymiş gibi anlatmış, İrfan'ın kendisi ile ilgili gerçek düşüncelerini ve emelini tespit etmek istemiştir. Bu testten de başarıyla geçen İrfan en sonunda Feriha ile evlenme aşamasına gelse de, Feriha burada son bir şart olarak Halley Kuyrukluyıldızı'nın dünyanın yörüngesinden geçeceği gün sonrasında evliliklerini nihayete erdirmelerini yani gerdeğe girmelerini şart koşmuştur. Bu şartı da kabul eden İrfan, Feriha'nın önceden karşılaştığı ve kendisini ona karşı kötüleyen kadının aslında Feriha'nın ta kendisi olduğunun farkına vararak onun yüzünü ilk kez bu kuyrukluyıldızın dünyayı sakin bir şekilde güzel bir manzarayla terk ettiği gecede görmüştür.
Yazarın, kitabın sonuna eklemiş olduğu not ise, ülkemizde ve dünyada bulunan felaket tellallarının bugün olduğu gibi önceden de olduğunu ve her zaman olmaya devam edeceğini bildiren bir uyarı mahiyetindedir. O zamandan beri, ülkelerde ve insanlarda toplumsal karamsarlığa sebep olarak gerçek olmayan kehanetlerde bulunup insanları manipüle eden şahıslara aldırmadan, her daim ölüm gerçeğinin kabullenilerek hayatın idame ettirilmesi yönünde bir anlayışa sahip olunması gerektiği ifade edilmiştir.
Son olarak, yukarıda da kısaca bahsedilmiş olduğu üzere, notlar kısmında, ülkemizin o zaman içinde bulunduğu cehalet mertebesinin günümüzde de devam ettiğini ve bu cehaletin aslında bütün dünya için bir sorun teşkil ettiği görülmektedir. Küresel manada insanlar, birçok vasıta ve eğitim sistemi ile cahil bırakılarak manipüle edilmesi daha kolay canlılar haline getirilme yolundadır. Aydınların dahi kimi zaman yabancı yayınları eksik ve yetersiz bir şekilde çevirerek yorumlaması neticesinde yanılgıya düşerek birçok tahminde bulunduğunu, yeri geldiği zaman bilime dikkat çekme pahasına topluma yalan söylemenin bile göze alındığı İrfan gibi kişiler gerçek hayatımızda da ne yazık ki mevcudiyetini korumaktadır. Bunun yanında, halkın da en büyük düşmanı olan cehalete dair önemli mesajların verildiği eser, Türk roman klasikleri arasında geçmişimize ışık tutup geleceğimizi yönlendirmek açısından büyük bir önem taşımaktadır.
NOTLAR:
Hiçbir sağlam ilmi esasla ilgisi olmaksızın hemen her gün fikirce, üslupça aynı bayağı tarzda tekrarlanan olağan şeyleri hastalıklı bir alışkanlıkla okuyorlar, bu bayağı yazıların okurları ilk bakışta anlaşılır olamayan bir tamlamaya, yabancı gelen yeni bir şiveye, anlaması beyin gücü sarfına bağlı bir cümleye tesadüften adeta korkuyorlar. Beynin de kullanılmayan diğer bir uzuv gibi zayıf düşeceğini bilmeyerek bilgilerini artıracak, zihinlerini takviye edecek ciddilikle okumaya üşeniyorlar. Halk şakalı, mizahlı sözlere, iğrenç tuhaflıklara, birkaç kaba taklitle başlayan eserlere bayılıyordu.
İnsanlar her felakete cehaletlere sebebiyle uğramışlar ve hala da uğramaktadırlar. İnsanlık çocukluk zamanında akıl erdiremediği konularda daima batıl zanlara düşerek işte bundan dolayı ilerleme yolunda gecikmiştir. Gökyüzü mavi, yuvarlak bir sahan kapağı gibi bir dünyanın üzerine geçirilmiş görünür. Gök bitmez tükenmez bir boşluktan ibarettir. Bu boşluğa astronomi tabirince feza denir.
26 Nisan 1803'te Fransa'nın Normandiye bölgesindeki L'Aigle şehri bir göktaşı yağmuruna uğrar. Dönemin içişleri bakanı Jean Baptiste Biot'ı durumu incelemekle görevlendirir. Biot olay yerinde yaptığı uzun incelemelerin ardından 18 Temmuz 1803'te Paris Bilimler Akademisi'ne raporunu sunar. Olayın ve raporun önemi, yeryüzüne dünya dışından taşlar düştüğüne kesinlik kazandırmasından kaynaklanır.
1674 yılında seyir halindeki bir gemide iki İsveçli denizcinin göktaşı çarpması sonucu öldüğüne Thomas Lamb Phipson'ın 1867 yılında yazdığı bir yapıtında değinilmiştir.
Hayat, sayısız can düşmanına aralıksız karşı koyarak devam edilen pek nazik bir geçittir. Hayat, hayatı yiyerek, yok ederek var olmaya devam ediyor. Biz yaşamak için diğer hayatları onlarla beslemekle, onları hazmetmekle kendimize dönüştürüyoruz.
İrfan'ın yardımcısı Bekir Bey, kuyrukluyıldız felaketi öncesinde bir tekne alarak denizlerin taşması durumunda kendilerini kurtarmak için ileri sürdüğü fikre İrfan'ın teknelerin önceden alınmış olma ihtimalini ileri sürdüğünde "Bizim ahali böyle şeylerde çarçabuk aklını başına toplayamaz. Onlar son kerteye gelmedikçe yani sular yangın kulesine kadar varmadıkça kayık, sandal bulmayı düşünemezler... Her şeyde, her şeyde yumurta kapıya geldikten sonra çare ararlar... Bazı Hızır İlyas günlerinde arabalar üç dört mediyeye mesireye giderken tutmayığ da iki liraya çıktıktan sonra kiralayanları bilmez misiniz?" demiştir.
İrfan Galip ile kimliğini açıklamadan yazışan Feriha Davud'un mektuplarından birisinde ailesinin kendisinin yazmasına karşı verdiği cevapları konu etmiş ve "Gazetelere yazı göndermeme bile müsaade etmiyorlar. Bana bir şey yazdırtmadıktan sonra beni niye okuttunuz? Alemin kızları yazıyorlar bir şey olmuyor da ben yazarsam mı ayıp olacak diye çok rica ediyorum "Hayır olmaz, Hayır olmaz. Sana sahip olacak adam müsaade ederse o zaman yazarsın" cevabını veriyorlar. İşitiyor musunuz? Bana sahip olacak adam. Of... Şimdiden bu adamı hiç sevmiyorum... Çünkü adını dahi bilmeden, yüzünü görmeden bu adamın arzusuna emrine tabi bulunuyorum. " demiştir.
Kuyrukluyıldızın çarpması senaryosundan hemen önce insanlar, çeşitli ırklar arasında değil aynı millet içinde, hatta aynı aile fertleri arasında bile emellerde ne derece anlaşmazlık, menfaatlerde ne kadar açgözlülük hüküm sürdüğünü ortaya çıkardı. Meğerse ademoğlu hileden ibaretmiş. Dost sıfatını hak eden iki fert bulmak hemen imkansız görünüyor, bu kelime manasız bir söz gibi kalıyordu.
Yazarın hikayenin sonundaki notu: "Şu hikayeyi yazmaya başladığım zaman büyün medeniyet dünyası Halley'in çarpma tehlikesine karşı heyecan içinde titreyip duruyordu. Göz korkutucular Halley'in dünya sakinlerine bir şey hissettirmeksizin tam bir nezaketle geçip gittiğini görünce, kaç zamandır bulaşıcı hastalık halini alan umumi korkuyu yeniden ortaya çıkarmak için dünyaya çatmak üzere yıldızın geri döneceğini iddia acayipliğine kadar varmaktan çekinmediler. İnsanların yalancılıkta cüretine bundan büyük örnek mi olur! Halley geri dönecektir. Fakat 75 sene sonra! Şu satırlara göz atanlar içinde miladi 1985 senesine kadar hayatta kalacak bahtiyarlar bulunursa geçirdikleri şu tecrübeye dayanarak gelecek çocuklarımıza yalanlara değer vermeme lüzumunu tekrar etsinler. (Yakacık - 8 Haziran 1910)"
DEĞERLENDİRME:
Konu: 1910 yılında Halley Kuyrukluyıldızının dünyaya çarpma ihtimali sebebiyle bir konferans verilerek konuya dikkat çekilmesi için ülkemizdeki insanların konu hakkındaki bilgisizliğinin birtakım aydınlar tarafından bilime dikkat çekmek amacıyla yanlış bilgilendirme ile infiale sebebiyet vermesi ve çetrefilli bir aşk hikayesi konu edilmiştir.
Üslup: Eser yazıldığı dönem itibariyle, dil olarak eski sözcüklere yer vermiş olsa da, kitabın yayınevi tarafından sadeleştirme çalışmasının orijinal metindeki birtakım önemli kavramlara da değinilerek gerçekleştirilmiş olması, yazarın dediklerinin okuyucu tarafından net bir şekilde idrak edilmesini sağlamıştır. Bununla birlikte yazar ise, cümle yapıları ve konu anlatımı bakımından, uzun ve karmaşık cümleler kullanmaktan kaçınarak olayları ve mesajları yalın ve sade bir biçimde aktarmıştır. Ayrıca, anlatımda sıkça diyaloglara da yer verilmiş olduğu görülmektedir. Ancak diyalog anlatımı, gündelik ve önemsiz detayları konu edindiği için üsluba pek katkısı bulunmayan etmenlerden birisi olarak değerlendirilebilir.
Özgünlük: Eser, konusu ve bu konunun zeki bir olay örgüsü ile işlenmesi sebebiyle, yazıldığı dönem için özgün olmakla birlikte günümüzde dahi bu vasfını muhafaza edebilecek seviyede ölümsüz yapıtlardan birisi olduğunu göstermektedir.
Karakter: Hikayede belirtilen iki ana karaktere ek olarak belirtilen diğer yan karakterlerin, eserde verdikleri mesajlar yine ana karakterlerin kendi içindeki konuşması ya da sözleri vasıtasıyla okuyucuya aktarılmıştır. Bu sebeple yan karakterler hikayenin veya ana temanın doğrudan bir parçası değil, yardımcı elemanı ve bir dekoru olarak kullanılmıştır. Bu durum kimi zaman olumsuz bir durum olarak değerlendirilebilecek olsa da, yazarın amacı ve olayların işlenişi göze alındığında ana karakterlerin bu kadar ön planda bulunmadığı bir hikaye bu başarıya ulaşmakta güçlük çekecek gibi gözükmektedir.
Akıcılık: Eser, genel manada akıcı olmakla birlikte, kimi yerlerde bazı bilimsel detayların verilmesi aşaması ile olay örgüsünün bağlantısının tesis edilememiş olması bağlamsal kopukluğa yol açmaktadır. Ancak bu husus tek başına akıcılığın düşük olarak nitelendirilmesine sebep olabilecek seviyede değildir. Fakat, üslup konusunda bahsedilen diyalog kısımları özellikle eserin ilk aşamalarında akıcılık unsurunu olumsuz etkilemiştir.
Genel: Belirtilen kriterler uyarınca gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8
Üslup: 8
Özgünlük: 9
Karakter: 8.5
Akıcılık: 7.5
puanlarını almış ve genel ortalama olarak ise, 8.2 puan almıştır. Yorumlar kısmında da belirttiğim üzere, Türk edebiyat klasikleri arasında kesinlikle okunması gereken eserler arasındadır.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
KUYRUKLUYILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ
Yazar: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments