top of page
avukatahmetozdemir

MARTİN EDEN - JACK LONDON



YORUMLAR:


Martin Eden isimli karakteri ile kendi hayatını kurgusallaştırarak bir otobiyografik roman meydana getiren Jack London'ın eseri, Eden'in bir kıza aşık olarak gemiciliği bırakıp okuma yazma öğrenmesi ile başlıyor. Ardından bu konuda eğitimler görerek yazar olmaya karar verse de bir süre başarısızlıklar ile yüzleşmek zorunda kalması neticesinde ülkenin en ünlü yazarlarından birisi haline gelmesi konu ediliyor.


Çevirmenin sonunda belirtmiş olduğum 17 maddeden oluşan notlarının çok daha fazlası ve detaylısı kitapta mevcut olsa da benim dikkatimi çekenleri de notlar bölümünde paylaşma gereği duydum. Belirtmek gerekir ki, modern zamanın insanını olabildiğince net bir şekilde tasvir eden Jack London'ın bu eserinde birçok karakterin günümüzde de aynı şekilde hayatlarını idame ettirdiği gözlemlenmektedir.


Karakterlerin kimleri temsil ettiğinin açıklaması oldukça faydalı olsa da öncelikle Ruth karakterinin tahlilinden ve tetkikinden başlanması gerekir diye düşünüyorum. En başta Martin Eden'i gözünde mağara adamı gibi görmeye başlayıp kendisine bir hayat gayesi değil de bir hobi olarak ideal erkeğini baştan meydana getirmeye çalışan bir kız tiplemesi olduğu aşikardır. Maalesef tarih boyunca da birçok eserde dikkat çekildiği üzere kadınların erkekleri bir proje olarak görmeleri her zaman hayal kırıklığına yol açmıştır. Ruth'un Martin Eden'e öğrettiklerinden sonra yazılarının ve fikirlerinin kendisininkilerle tezat teşkil etmesi, gördüğü eğitime karşı olması ve Martin Eden'den şüphe duymasına yol açması ise tıpkı yazarın da belirttiği gibi gerçek anlamda bir dar görüşlülüktür. Anlaşılacağı üzere, insanların eğitim almaları, dimağlarının ve hayat görüşlerinin genişlemesi için tek başına bir yeterlilik teşkil etmemektedir. Eğitimsiz insanlar, fikirlerini ifade etmekte zorlansalar da hayat görüşleri ve tefekkür dünyaları zengin olarak yaratılan imtiyazlı bir sınıfa mensup oldukları takdirde, tahsil almaları halinde dünyaya katkı üreten kişiler olarak tarihe isimlerini yazdırma talihine dahi sahip olabilmektedir. Ruth ise, yaratılmış olduğu kapasitesi ve zeka seviyesi ile, yaşayabileceği en ideal şartlarda hayatını idame ettiriyor ve bir süre sonra tecrübesiyle yaşının küçüklüğüne rağmen geniş bir ufka sahip Eden, eğitmenini dünya görüşü olarak geçiyor. Ancak kendisi eğitmenine o kadar aşık ki, eğitmeninin ne kadar geride kaldığının farkında dahi olmadan onun istediği seviyeye gelemediği yanılgısına düşüyor. Fakat bu geride kaldığını hissettiren dürtüsü sayesinde kendisini azami seviyede geliştirmeye devam ediyor.


Netice olarak, hayata bakışının genişliği sayesinde piyasadaki birçok yazıdan çok daha iyi yazılar kaleme aldığının farkında olsa da bir ara okuyucuları dahi şüpheye düşürecek başarısızlıklarla yüzleşmek zorunda kalıyor. Esasında bu yönüyle bakıldığında eser yalnızca bir dünya klasiği değil "asla vazgeçmeyin" diye basmakalıp ifadelerle neşir edilen kişisel gelişim kitaplarının muharrirlerine ders niteliğinde bir kaynak olarak da dikkatleri çekmeyi başarıyor.


Tekrar Ruth'tan bahsetmek gerekirse, kitabın sonunda Eden'in kendisi için hazırladığı yazıların kıymetini toplumdan daha geç fark etmiş gibi gözükse de esasında hala o düşünceleri kavrayamayan karakter, Eden'in ününün füsunundan etkilenerek bir zamanlar vazgeçirmek için kendisini dahi ortaya koyduğu kariyerinin tesirine kapılarak Eden'in ayaklarına kapanacak pozisyona geliyor. Ruth gibi bir karakterin en üzücü yanı ise, günlük hayatta çokça karşılaşılan insan prototiplerinden birisi olması. Bu yönüyle okuyucuya bir diğer önemli mesajın daha iletilmesi bakımından önem taşıyor. Bu tarz insanlar, yalnızca kadınlar nezdinde değil her iki cinsiyette de ceremesi çekilen talihsiz bir müesses nizamın çarkları olarak yerlerini asla kaybetmiyorlar. Düzenli bir işte çalışmasını istedikleri bir eş, basit bir aile hayatı, kendi çevresi içerisinde etkileyebileceği insanlar ile küçük bir fanusta hayatlarının sonuna kadar yaşayabilecek olmaları Eden gibi vizyon ve hayallere sahip olanlar için gerçek anlamda üzücü olarak değerlendirilebilir. Ruth karakterinin çevresine bakıldığında Eden'den çok daha şanslı olduğu düşünülse de bir yandan hayatını adeta bir cam fanusta dışarıdaki insanları dahi tam olarak görmeden yaşayan okyanusun içindeki resifte mahsur kalmış bir balık gibi yaşıyor. Kendisine bir yandan üzülürken, bir taraftan da kendi idealinde oluşturmaya çalıştığı erkek profilini elde etmek için sevdiğini iddia ettiği erkeği yontmaya çalışması ise rahatsızlık verici ve yaşadıkları için üzülmeme engel teşkil eden hususlar olarak göze çarpıyor.


Martin Eden karakteri ise, görüşlerini sosyalist pencereden değil bireycilik adı altında ifade etse de, bireycilik anlayışının da sorgulanması gerektiğine dair bir şüphesinin olmaması şaşırtıcı. Okunmuş olan birkaç biyoloji ve bir bilim adamının görüşlerinin mutlak gerçekmiş gibi benimsenmesi de yazarın en başta savunduğu birtakım değerler ile çelişkili bir muhteva ihtiva ediyor.(1) (Notlar kısmındaki paragraflarda parantez içinde 1 yazılı olan metne ithafen yazılmıştır.) Ayrıca Martin Eden'in halkın sıradanlığı ve basitliğini tahkir edici biçimde tenkit ederken egoist bir zihniyeti olsa da kimi noktalarda çoğumuz kendisine hak verecektir. Ancak kitabın başından itibaren gerçekleştirilecek bir karakter tahlilinin neticesinde, en başta sahip olduğu o çok kıymetli hazinesi olan tevazunun yerini, bilginin verdiği güven ile kibirli bir bakış açısının aldığı da aşikar. (2) (Notlar kısmındaki paragraflarda parantez içinde 2 yazılı olan metne ithafen yazılmıştır.)


Kitapta Martin Eden tarafından savunulan ve hayata bakış açısı olarak Spencer'in bireycilik görüşünü şiar edinmiş olan ana karakterin içindeki boşluğun meydana gelmesinde bu zihniyete sahip olmasının tesiri ise gözle görülür seviyede ortada. Çevirmenin notlarından da görüleceği üzere bireycilik felsefesinin çöküşü ile sonuçlanan kitabın, döneminin eleştirmenleri tarafından analiz edilememesi ise dikkat çekici bir detay olarak göze çarpıyor. Fakat yazarın eleştirmiş olduğu sosyalist görüşün taraftarı olmaya devam etmesi de bu kitabı tanzim etmesinin ardından şaşırtıcı olan bir diğer unsur. Her ne kadar bireyciliğin ve üstün insan idealinin sonunun hüzün olduğu mesajı verilmişse de Sosyalizm savunucusu olan bir yazarın bunca detaya dikkat çektikten sonra bireyciliği küllen reddetmesi sebebiyle içindeki bazı gerçekleri göz ardı ettiği ortada. Doğada olduğu gibi insanların kapasiteleri, güçleri, sanata bakışları, yetenekleri birbirinden farklı seviyede ve bazı insanlar yaratılış olarak daha avantajlı. Bu avantajlarını müspet yönde kullandıkları takdirde hayatlarını kendilerinden nitelik ve seviye olarak daha aşağıda olan insanlar ile aynı şartlarda idame ettirmeleri ise ayrı bir adaletsizlik olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bu demek değil ki, üstün olan zayıf olanın hakkını üstün olduğu için gasp ederek hükümdarlığını daha da güçlendirsin... İşte yazarın ve bireycilerin yanıldığı esas noktanın bu olduğu kanaatindeyim. Hatta sadece Jack London'ın değil, aynı zamanda bütün batı yazarları ve aydınlarının felsefi görüşlerindeki bu maneviyat ve adalet duygusundan yoksun fikirleri, insanların hayatına şark dünyasını bir muvazene unsuru olarak dahil edilmesini zaruri hale getiriyor. Yalnızca şark tasavvuru, mistik ve realiteden uzak mütefekkirler meydana getirme tehlikesi taşırken; garp mütefekkirleri ise, manevi ahlak ve muaşeret kaidelerini hiçe sayan maddiyatçı düşünceler barındırıyor. Bu iki ekolün terkibi ile ise, ideal yaşam felsefesinin vücut bulacağını ve insan hayatına büyük tesirler edeceği kanaatini taşıyorum. Yazarın okuyucular için aradığı sorulardan birisinin cevabını belki bu yöntemle bulmanın da mümkün olduğunu düşünüyorum.


NOTLAR:


· Martin Eden, Bay Butler'ın hayatında bu kadar yokluk ve yoksunluk çekmesi için yeterli neden bulamıyordu. Bir kadının aşkı uğruna veya bir güzelliğe erişmek için yapsaydı, anlayacaktı. Tanrı'nın çılgın aşığı, yılda 30 bin dolar için değil, tek bir buse için her şeyi yapabilirdi. Bay Butler'ın başarısı onu memnun etmedi. Bu hikayede bir saçmalık vardı sonuçta. Bu fikirlerini Ruth'a ifade etmek için çabalarken onu şaşırtıyor, Martin'e daha çok şekil vermek gerektiği düşüncesinin kızda iyice yerleşmesine neden oluyordu. İnsan denilen yaratığın zihninde yer etmiş olan; kendi renginin, inancının ve siyasetinin en doğrusu, en iyisi olduğuna ve dünyanın dört bir yanına dağılmış diğer tüm insanların kendisinden daha talihsiz konumlara sahip olduğuna inanmasını sağlayan o yaygın dar görüşlülük, Ruth'da da vardı. Eski çağlarda kadın olarak yaratılmadıkları için Yahudilerin tanrılarına şükretmesini sağlayan, modern dönemdeyse başka tanrıların yerine yeni bir tanrı koymak için misyonerleri dünyanın en ücra köşelerine gönderen şey, işte bu dar görüşlülüktü.

· Ruth'un eleştirisi hakkaniyetliydi. Bunu biliyordu, ama o hikayesini okuldaki gibi düzeltilsin diye paylaşmamıştı Ruth'la. Ayrıntılar o kadar önemli değildi; onların icabına bakılırdı. Hataları düzeltilebilir ve hatasız yazmayı öğrenebilirdi. Hayatın içinden büyük bir şey yakalayıp bunu hikayesinin içine hapsetmeye çalışmıştı. Ruth'a okuduğu şu veya bu yapıdaki cümleler, noktalı virgüller falan değil, hayattan çıkardığı o büyük şeydi.

· Maceranın bir kısmı da bu. Aslında benim için önemli olan şey meşhur olmak değil de, o şöhreti kazanma süreci. Ama zaten benim için şöhret olmak başka bir şeye kavuşmak için araç. Ben sadece o yüzden şöhret olmayı çok istiyorum.

· Martin Eden, Ruth ile gittikleri çok ünlü bir opera gösterisinin ardından "Dünyanın tüm müzik uzmanları istedikleri kadar haklı olsun. Ben yine de kendi hazlarımı insanoğlunun ittifakla verdiği hükümlerden önemsiz görmeyeceğim. Eğer bir şeyi sevmediysem sevmedim demektir, o kadar. Şu güneşin altındaki hiçbir sebep sadece türdeşlerim çoğunluk olarak onu beğeniyor veya beğenilmesi gerektiğine inanıyor diye o beğeniyi benim de taklit etmemi gerektirmez. Hoşlandığım ya da hoşlanmadığım şeylerde modayı takip edecek değilim." demiş ve Ruth ise "Ama biliyorsun, müzik eğitim gerektirir." diye karşılık vermiştir. Bunun üzerine Martin "Tam da onu diyorum. Küçükken bu eğitime maruz kalmamış olmaktan ötürü kendimi şanslı sayıyorum. Aksi olsaydı bu akşam hisli gözyaşları dökmekle kalmaz, o kıymetli çiftin soytarılıklarının, seslerinin güzelliğini ve orkestranın çaldığı müziğin nefasetini güçlendirdiğini düşünürdüm. Haklısın. Bu bir eğitim meselesi. Artık yaşım geçti. Ya gerçek neyse onu isterim ya da hiçbir şey istemem. Beni ikna etmeyen bir görüntü düpedüz sahtedir ve bir taşkınlık anı sırasında Barillocuğun kendi de coşmuş koca Tetralani'yi kollarının arasına alıp sıkıca sardığı ve bütün tutkusuyla onu çılgınca sevdiğini söylediği bir grand opera, sahtekarlıktan başka bir şey değildir.

· Gerçek edebiyata, gerçek resme, gerçek müziğe bakılırsa Morse'lar ve onlar gibileri ölmüştü. Yoğun ve umarsız biçimde cahili oldukları çok daha büyük bir şey vardı: hayat. Caroluş ve evren konusundaki nihai bilgiler üzerine düşüncelerinde hem en toy ırk kadar ham hem de mağara adamı kadar eski, hatta daha da bayatlamış olan metafizik yöntemi sezmek; buzul çağının ilk maymun adamının karanlıktan korkmasını sağlayan, asabi çöl İbranisi'ne Adem'in kaburgasından Havva'yı yarattıran, ideal evren sistemini kurmak isteyen Descartes'ın kendi zayıf egosuna dair öngörülerden yola çıkmasına yol açan ve evrimle dalga geçerek o an bol alkış almakla birlikte ismini tarihin sayfalarına kötü bir şöhretle yazdıran ünlü İngiliz ruhbanını gayrete getiren o zihniyeti görmek, Martin'i şaşırtmıştı.

· Martin Eden, Ruth'un babası Mr. Morse ile olan bir sosyalizm üzerine atışmasında "Hala eşitliğe inanıyorsunuz, ama büyük şirketlerin işini yapıyorsunuz ve o şirketler günden güne eşitliğin kuyusunu kazıyor. Halbuki siz, uğruna hayatınızı verdiğiniz şeyi yüzünüze söyleyen ve eşitliği inkar eden bana sosyalist diyorsunuz. Cumhuriyetçiler, eşitliğin düşmanıdır, ama içlerinden çoğu eşitliğe karşı savaşırken ağızlarından eşitlik lafını düşürmezler. Eşitlik adına eşitliği yok ederler. Bu yüzden onlara ahmak diyorum. Bana gelince, ben bireyciyim. Yarışı en hızlısı, savaşı en güçlüsü kazansın derim. Biyolojiden aldığım, en azından aldığımı sandığım ders budur. Dediğim gibi ben bireyciyim ve bireycilik, sosyalizmin kalıtsal ve edebi düşmanıdır." Mr. Morse ise "Ama sürekli sosyalistlerin mitinglerine gidiyorsunuz." diye sorguladı. Eden ise "Kesinlikle, düşman kampına sızan casus gibi. Düşmanınızı başka nasıl tanırsınız? Ayrıca sosyalistlerin mitingleri hoşuma gidiyor. Bir kere mücadeleciler, ikincisi doğru veya yanlış, okuyorlar. İçlerinden en sıradan adamı alın, sosyoloji konusunda, diğer lojiler konusunda önce gelen sanayicilerden çok daha fazla bilgi sahibidir. Doğru, sosyalistlerin 5-6 mitingine gitmişimdir, ama Charley Hapgood'un konuşmalarını dinlemek beni nasıl cumhuriyetçi yapmadıysa, bu mitingler de beni sosyalist yapmadı." demiştir. (1)

· Martin Eden, Marian (kiraya vereni) gittikten sonra derin derin düşündü ve kız kardeşiyle nişanlısını, kendi sınıfıyla Ruth'un sınıfının mensuplarını; yani kendi küçük hayatlarını dar kafalı küçük formüllere göre yaşayanları, bir araya toplaşmış sürüler dışında var olamayan varlıkları, yaşamlarını başkalarının düşüncelerine göre kalıplara sokanları, kölesi oldukları çocuksu kurallar nedeniyle gerçekten yaşamayı ve birey olmayı beceremeyenleri düşününce bir iki kez acı kahkahalara boğuldu. (2)

· "Başarı, keyif aldığın şeyi yapmak değil, onu yaparken haz duymaktır. Bana anlatma. Ben bilirim." (Brissenden)


YAZARIN KARAKTERLER VE KİTAPTAKİ FELSEFİ GÖRÜŞLERE İLİŞKİN NOTLARI


1. Martin Eden'in hayran olduğu Ruth Morse karakteri, Jack London'ı lise yıllarında tanıyıp büyük hayranlık duyduğu Mabel Applegarth'tan esinlenmedir. Kitaptaki gibi, Mabel ile onun kardeşi sayesinde tanışmış ve evlerine hayran olmuştur. Ancak kitaptakinin aksine Mabel'ın ailesi Jack London'u oldukça sevmektedir.

2. Tanrı'nın varlığının ya da yokluğunun bilimsel anlamda bilinemeyeceğini ileri süren Agnostisizm taraftarlarına Agnostik denir.

3. Martin Eden'in aksine Jack London, Oakland Halk Kütüphanesini çocukluk yıllarında keşfeder ve dönemin ünlü şairlerinden olan kütüphanecinin seçtiği kitaplar ile okuma programı izler. (Kütüphaneciyi neden sevdiği anlaşılıyor) London da Martin Eden gibi, genç yaşta denize açılır ve geri dönerek yine kütüphane günlerine devam eder.

4. Mabel da tıpkı Ruth gibi, London'a edebiyat, dilbilgisi eğitimleri vermektedir. Bunun yanında London'a sadece Ruth değil, aynı zamanda kütüphaneci ve başka kişiler de entelektüel kişiliğinin oturması aşamasında oldukça eğitim verirler.

5. Martin Eden'in hayranı olduğu Herbert Spencer ise 19. yy'da yaşamış İngiliz filozof, sosylog, biyolog, antropolog ve liberal siyaset kuramcısıdır. Evrim teorisinin toplumda yayılması konusundaki etkisi oldukça büyüktür. Doğal seçilim ile insanlığın gelişerek bir evrim sürecinden geçtiğini bu yüzden devletin insanı amaçlarla da olsa birtakım insanların soyunun tükenmesine müdahale etmemesi gerektiğini savunmaktadır. Yakın tarihimizdeki Neoliberal siyasetçilerden Ronald Reagan ve Margaret Thatcher kendisini örnek almışlardır.

6. Jack London da Martin Eden gibi yaklaşık bir ay boyunca bir çamaşırhanede çalışarak vakit geçirmiştir. 20 yaşında üniversite parasını karşılayabilmek için çalışsa da birkaç hafta sonra işi bırakır. Ayrıca almış olduğu ücret de aynı Eden gibi aylık 30 dolardır.

7. Nadir bulunan ve üretimi hayli maliyetli olan mor renk, Eski Roma'dan önceki devirlerden itibaren soylular, üst düzey devlet adamları ve özel izin verilen kişilerin giyebildiği bir renkti. Roma'da bu durum sistematik bir norma dönüştü ve mor renk, giderek imparator ve ailesine özgü bir renk haline geldi. Mor giysi geleneği Bizans ile de devam etmiştir.

8. Martin Eden'in yazarlık serüveninde de oldukça benzerlik vardır. Altın aramak için gittiği bir seferde hastalanarak döner ve o süreçte ailesini kaybettiği için geçimini sağlamak için yazarlık yapmaya karar verir. Aynı Eden gibi günde 19 saat çalışır ve bir sürü dergiye başvursa da hep reddedilir. Bir süre sonra küçük miktarlar kazanmaya başlayabilir. En sonunda bir dergi "A Thousand Deaths" adlı hikayesini 40 dolara satın alır. Hikayeyi satın alan derginin adı romandaki gibi White Mouse değil, ironik bir şekilde Black Cat'tir.

9. Yine Jack London'ın da Eden gibi Portekizli bir bakkalı olmuş ve veresiye alınan malların bedelinin 4 doları geçmesine hiçbir zaman izin vermemiştir.

10. Kitaptaki Brissenden karakteri ise London'ın en iyi arkadaşı olan George Sterling'ten esinlenilerek meydana getirilmiştir. Kendi yaşadığı bölgede çok tanınmasına karşın ulusal çapta çok tanınamamış bir şairdir.

11. Yine Martin Eden gibi, Jack London da ilk hikayesini 5 dolara Overland Monthly'e satar. Bir zamanların oldukça prestijli bir dergisi olsa da o dönem maddi durumu iyi olmayan dergi London'a ödemesini yapmayınca büroyu basan yazar parasını zorla alır. Ancak Overland'ın editörleri bundan sonra 6 hikayesini daha satın aldıkları yazara bu sefer ödemelerini aksatmadan yaparlar.

12. Monizm: Var olan her şeyin, tek bir madde, ilke, enerji veya zorunluluktan kaynaklandığını öne süren felsefi düşüncedir. Dindeki yansıması, var olan her şeyi kapsayan bir tanrı olduğunu söyleyen panteizmdir. Materyalist monizm ise, her şeyin tek bir maddeden oluştuğunu savunmaktadır.

13. Friedrich Nietzsche 1889 yılında zihinsel yetilerini tamamen yitirerek ömrünün sonuna kadar ailesinin bakımı altında yaşamıştır. Kardeşi, Nietzsche'nin yayımlanmamış yazılarını kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden düzenlemiş ve akabinde ise Nazi ideolojisini meydana getiren eser oluşturulmuştur. Ancak, Nietzsche'nin asıl görüşünün böyle olmadığı, tersine anti semitizme ve milliyetçiliğe şiddetle karşı çıktığı anlaşıldı. Felsefenin merkezini oluşturan şeyin Nietzsche'ye göre, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretiye, toplumsal olarak geçerli dahi olsa, karşı çıkması ve hayatı evetlemesidir.

14. Nietzsche'nin üstün ırk olarak tanımladığı kavram Naziler tarafından Alman ırkını ifade etme biçimi olarak algılanmışsa da esasında bu kavramın "Romalı, Arap, Alman ve Japon soyluları, Homeros kahramanları ve İskandinav Vikinglerini" ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bu kavimler, uygarlık yolunda ilerleyip barbarlık günlerini geride bırakmalarına rağmen bunun bilincini ve gururunu içlerinde taşırlar ve bunun için asildirler.

15. London'un da kitapta üstinsan kavramı ile paralellik barındıran bir tanımı mevcuttur. Burada üst insan, hayvan ve insan mertebelerinden sonra varılacak en üst aşama olarak telakki edilmiştir. Dolayısıyla insan mertebesi, hayvan ile üst insan arasındaki bir köprüdür. Üstinsan ise, insan olarak sahip olduğumuz eksiklerini tamamlamış insandır. Yanılgılarından ve yücelttiği yanılsamalardan arınmış olan ve sürekli olarak kendini aşmaya çalışan olağanüstü insandır. Doğanın yaratısının nihai amacıdır.

16. 1886 yılında imzalanan ve imzacı devletlerin herhangi birinde yaratılmış bir edebi veya sanatsal eseri otomatik olarak, herhangi bir başvuruya gerek olmaksızın, diğer imzacı devletler sınırları dahilinde de belli bir süreyle telif korumasına alan Edebi ve Sanatsal Ederlerin Korunmasına Dair Bern Konvansiyonu mevcuttur. Anlaşmaya göre telif koruma süresi, yazarın ölümünden itibaren 50 yıldır ama taraf devletler kendileri için daha uzun bir süre de belirleyebilirler. Örneğin Türkiye'de bu süre 70 yıldır. Şu anda dünyada bu anlaşmaya taraf olan 160'tan fazla ülke olsa da ABD 1988 yılına kadar iç mevzuatındaki bir düzenleme nedeniyle bu konvansiyonu kabul etmemiştir.

17. Martin Eden'in intiharını bu kadar canlı anlatması, 40 yaşında ve beklenmedik şekilde olan London'ın ölümünün intihar olduğu şüphesini meydana getirir. Ancak kendisi hastalık nedeniyle ölmüştür. Aslında yazar için Martin Eden'in intiharının kurgusal bir anlamı vardır. Bir sosyalist olan Jack London, sosyalizme karşı olduğunu belirten bireyci bir karakter yaratmış, son derece canlı bir şekilde yarattığı Martin Eden, onun en sevilen karakteri olmuştur. Bu durum çok kafa karıştırır. Nitekim London bu konuda bir açıklama yapmak zorunda kalmıştır. Aslında bu roman bireyciliğe ve Nietzsche'nin üst insan fikrine cepheden bir saldırı olduğunu ifade etmiştir. Sonra da "Becerememiş olmalıyım ki hiçbir eleştirmen bunu keşfedememiş." demiştir. London'a göre sadece kendi kurtuluşu için çalışan Martin Eden'in, sonunda gözleri açılır, içine dahil olmak istediği burjuva toplumunun içyüzünü anlar ve yaşamak için nedeni kalmaz. İntiharı, bireyciliğin yenilgisidir.


DEĞERLENDİRME:


Konu: Martin Eden isimli, yazarın kurguladığı ve kendi hayatından esinlendiği ana karakter, yazarın otobiyografisini kurgusal unsurlarla anlatması için kullanılıyor ve karşımıza yarı otobiyografi temalı bir eser çıkıyor.


Üslup: Yazarın kendisine özgü olan net ve anlaşılır dili sayesinde gereksiz betimlemeler okuyucuyu yormazken diğer taraftan karakterlerle ilgili en önemli hususların çarpıcı bir şekilde ifade edilmesi sayesinde etkileyici bir Jack London üslubu ile karşılaşıldığı görülüyor.


Özgünlük: Konu olarak çok özgün unsurlar barındırmayan eser, konunun işlenişi olarak ise kendisinden beklenmeyen bir kategoride unutulmaz bir roman olarak iki niteliğe sahip olması ile dikkat çekiyor.


Karakter: Konusu gereği ana karakter üzerinden devam eden eserde yan karakterlerin de oldukça büyük bir rol oynadığını belirtmek gerekiyor. Bu yönüyle oldukça zengin bir karakter şemasına sahip olan eser, karakter analiz ve değerlendirmeleri ile yine roman havasında bir otobiyografi tadını okuyucuya hissettirmeyi fazlasıyla başarıyor.


Akıcılık: Üslup kısmında belirtildiği üzere, yazarın akıcı ve anlaşılır üslubu ile birleşen olay örgüsü neticesinde okuyucu için oldukça akıcı bir eserin meydana geldiğini belirtmek gerekiyor.


Genel: Yukarıda belirtilen kategoriler kapsamında 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:


Konu: 8

Üslup: 9.5

Özgünlük: 5

Karakter: 9.5

Akıcılık: 9


puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8.2 puan almayı fazlasıyla hak ediyor. Özellikle sürükleyici bir roman içerisinde yazarın hayatından kesitler okumayı isteyen okuyucular için oldukça değerli hayat dersleri barındırıyor.


(*): Notlar başlığındaki bütün kısımlar:

MARTİN EDEN

Yazar: Jack London

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.

Comments


bottom of page