top of page
avukatahmetozdemir

PUSLU KITALAR ATLASI - İHSAN OKTAY ANAR



YORUMLAR:


Yazar İhsan Oktay Anar'ın günümüzde adeta modern klasiklerden birisi olarak adlandırılabilecek romanında, Bünyamin adlı ana karakter ile birlikte onun babası Uzun İhsan Efendi'nin ve Ebrehe isimli diğer karakterin başından geçen olaylar Osmanlı dönemi Türkiye'sinde geçmektedir. Bünyamin, küçüklüğünden beri babasının tam olarak nasıl para kazandığını bilememekte yalnızca onu uzun uykulara dalan ve çokça rüya görerek bu rüyalarını bir deftere kaydeden bir insan olarak tanımıştır. Belirli bir yaşa geldiğinde, kendisi babasının da desteğiyle orduya girmiş ancak bir harekat esnasında başına gelen talihsiz bir patlama neticesinde yüzü yanmıştır. Bununla birlikte üzerinde ülke için oldukça önemli nitelikteki istihbarat açısından değere sahip bir taşı da elinde bulundurmaktadır. Kendisinin bu taşı teslim etmesi sonrasında idam fermanının imzalanacağını düşünen Bünyamin o taşı saklayarak muhafaza eder ve şehrine geri döner.


Geri döndüğünde hiçbir şey bıraktığı gibi kalmamıştır. Babası, Uzun İhsan Efendi, ele geçirilmiş ve birçok işkenceye maruz kalarak Bünyamin'in yerini söylemesi için zorlanmıştır. Bünyamin her ne kadar eski yerine dönse de yüzünün yanarak adeta tanınmaz hale gelmesi sebebiyle tanınmamış ve tespit edilmemek için ailesinden de uzak kalmaya karar vermiştir. Bunun sonrasında dilencilerin arasına girerek dilenmeye başlayan Bünyamin, kısa bir süre sonra dilencilerin istihbarat merkezinin kontrolünde olan bir topluluk olduğunu fark etmiş ve Ebrehe isimli başkanın da kendisinde olan taşı elde edebilmek için bütün dilencileri seferber ettiğini görmüştür. Ebrehe'nin planı, her yeri arayıp o taşı bulamayınca bu taşın kıymetini bilmeyen bir kişinin en sonunda taşı bir dilenciye verebileceği ihtimali sebebiyle bu gözetimi başlatması olmuştur. Fakat Bünyamin bunu öğrenince neden bu taşın bu kadar değerli olduğuna dair daha fazla meraka düşer ve Ebrehe'nin dikkatini çekerek onun yanında küçük görevler almaya başlar. Ebrehe ise, ilk başlarda onun konuşması ve tavırlarından şüphelense de yaşına göre oldukça büyük laflar konuşabilen bir taraftan da söylediği bu büyük sözlerin adeta farkında olmadan kendisine söyletiliyormuş edasında olması sebebiyle en sonunda aradığı kişiye ulaştığına kanaat getirmeye başlar.


Kitabın sonunda hem Ebrehe hem Bünyamin hem de Uzun İhsan Efendi çarpıcı kapanış sahneleri ile etkileyici bir romana yakışan bir sonda kitabı bitirmeyi başarırlar. Uzun İhsan Efendi'nin aşağıda oğluna yazdığı mektup bu açıklamanın en önemli aşamalarından birisi olarak notlarda paylaşılmıştır. Diğer taraftan yine Ebrehe'nin Bünyamin ile olan konuşmalarından belki de en önemlisinde asıl amacını açıkladığı zamanda yolculuk yapabilme fikrine ilişkin konuşması da Bünyamin'in taşıdığı taşın değerine ilişkin önemli açıklamalarda bulunmaktadır. Kitabın sonunda Ebrehe her ne kadar hedefine ulaşamadan dilencilerin liderleri tarafından yerini ifşa ettirerek bütün istihbarat merkezinin yağmalanması ve kendisinin de ölümüne sebep olsa da, Uzun İhsan Efendi'nin kitabın sonundaki mektubu okuyucu için oldukça düşündürücü ve birden fazla neticeye varılabilecek bir kapanış sergilemiştir.


Kitapta ayrıca, dilencilerin yaşayış biçimi ve bu tür şebekelerin işleyişine dair önemli bilgilendirmeler yer almaktadır. Oldukça gelişmiş bir çalışma sistemi geliştirilmiş olduğu gözlemlenen kitapta bu tarz şebeke sistemlerinin tatbikatının günümüzde de uygulanması işten bile değildir. Hatta kirli çıkı tabirinin kökeni de yazar tarafından dilencileri hitap edilen bu kısımlarda açıklanmış ve notlar kısmına da alınmıştır.


Kitabın sonunda yazar, adeta okuyucuya çok yönlü bir düşünce akımı ile tesir etmektedir. Öncelikle Uzun İhsan Efendi'nin aklında yaşadığı ve yazmış olduğu Puslu Kıtalar Atlası'nın mahiyetine dair kendisinin düşünce gücünü ileri sürse de bir yandan sonra bu sözler bir anda okuyucunun da yazarların romanlardaki tesirlerini aksettirebilmesi için oldukça güçlü bir sembolizm görevi de üstlenmiştir. Her ne olursa olsun hem olay örgüsü, hem de Osmanlı dönemi ve toplumumuza dair gerçekleştirilen gözlemler dikkate alındığında takdir edilmesi gereken bir eserdir.


NOTLAR (*):


  • Kirli çıkın tabiri dilencilerin paralarını biriktirdikleri çıkının kirli ancak sürekli dolu olmasından gelmektedir.

  • Kıyamet alametlerinin bir bir gerçekleştiğini fark eden İstihbarat başkanı Ebrehe bunu engellemek için bir topaç icat ettiklerini ifade eder ve İsviçre'den gelen Bünyamin'e " Gördüğün topaç, beni büyük sondan kurtaracak aygıt. Sana bunun nasıl gerçekleşeceğini anlatacağım. Böylece boşluğu neden elde etmeye çalıştığımı öğreneceksin. Topaç, karşı harekete erişebilecek bir araçtır ve karşı hareketi gerçekleştirmek için de boşluk gerekir. Kafan iyice karıştı değil mi? Açıklayayım. Biz hareket etmenin karşıtının durmak olduğuna inanırız. Oysa onun karşıtının karşı hareket olduğunu biliyorum. bir örnek vereyim; Bir adam Ayasofya'dan saat 3te yola çıkar, 3.15'te Beyazıt'a vardığında bir yankesici onun para kesesini çarpar. 3.30'da Aksaray'a geldiğinde başı ağrımaya başlar ve nihayet Topkapısı'na ulaşır. Fakat saat 4'te zamanın geriye doğru aktığını farz edersen karşı hareketi tahayyül edebilirsin. Böyle bir durumda adamın saatinin akrebi, bu kez dörtten üçe doğru hareket ederken adam da vaktiyle atmış olduğu her bir adımı bu kez geriye doğru atarak Topkapısı'ndan Ayasofya'ya doğru yine aynı şartlarda ama bu defa geri geri gitmeye başlar. Saati 3.30'u gösterdiğinde Aksaray'a varır ve başının ağrısı kesilir. Saat 3.15'te Beyazıd'a geldiğinde yankesici para kesesini onun kuşağına sokar ve nihayet 3'te Ayasofya'ya varır. Kısaca, ilk hareket sırasında neler olduysa bu kez tersine olmak üzere aynı şeyler olur. İşte bu ikinci harekete karşı hareket diyorum ve buna erişmek de, zor olmasına rağmen imkansız değil. İstersen yine bir örnek vereyim. Ebrehe konuşmasını keserek eline bir kalem aldı ve bir kağıda 3 tane saat resmi çizdi. "Eğer akrebin hızını normaldekinden daha da hızlandırdığımız takdirde bir mermi hızına ulaştırabilirsek onun aynı anda bütün noktalarda birden bulunduğunu sanırız. Dolayısıyla burada sonsuz hıza ulaşmak araçtır. Sonsuz hız, akrebi eş zamanlı olarak 3 farklı yerde birden var kılabiliyor ve saati durduran bir güce sahip kılacaktır. Daha yüksek hıza ulaşıldığında ise durmaktan da öte, bir şeyi karşı hareketi meydana getirir. Bu durumda saatin ibresi ters yönde dönmeye başlar ve benim ulaşmak istediğim karşı hareket meydana gelir. Böylece zaman tersine akmaya başlar. Evet sevgili delikanlı, böylece sonsuz ötesi bir hızla dönen topacın içinde bulunan birinin, zamanın gerisine yolculuk edebileceğini, bir süre sonra onun gibi bir günahkarı bekleyen Büyük Son'dan kurtulabileceğini artık anlamışsındır. Çünkü planlarını gördüğün bu topaç, boşlukta hareket edeceği için arzu ettiğim hıza ulaşır ve karşı hareketi gerçekleştirebilir. Bu sayede, onun içindeki bir zamanda geçmişe yolculuk edilebilir. Eski güzel günlere, pek yakında kopacak olan kıyametten çok öncelere gidilebilir."

  • Avluda han bekçisiyle yalnız kalan Bünyamin, neden telaşlandığını pek anlamadan, içindeki bir belirsizlik dürtüsüyle babası Uzun İhsan Efendi'nin atlasını hatırladı. Kitabı koynundan çıkarıp sayfalarını çevirdi ve bu kez adını tam olarak okudu. Puslu Kıtalar Atlasıydı bu sayfaları karıştırırken birtakım tanıdık adlara rastlayınca şaşırmadı. Baştan sona kadar asla okuyamacağı kitabın son bölümünü açıp rastgele bir yere baktı ve şu satırlar gözüne çarptı: " Sevgili Oğlum,Bir zamanlar yaşadığım evin, geceyarısı eve dönerken taşıdığım o fenerin, duvardaki Acem halısının ve aslında gerçek bir kent olan Galata'da gördüpüm her şeyin sadece ve sadece benim zihnimdeki düşünceler olduğu fikri kafama sağlandığında muhakeme gücümün zayıfladığına hükmetmiştim. Ama şimdi görüyorum ki, asıl bunu düşündüğümde yanılmışım. Çünkü onlar gerçekten de benim düşlerim idiler. Bu fikrimi ilk kez Mihel çıkmazındaki kıraathanede Said Çelebi'ye açmıştım. Biliyorsun, bu iyi niyetli adam bana neredeyse olağanüstü bir saygı duyar ve ne söylesem hemen inanır. Ona, pturup sohbet ettiğimizbu kıraathanenin kahvecisinin, müşterilerinin ve yaşadığımız dünyanda geri kalan ne varsa hepsinin, sadece benim düşüncemde olduğunu söylediğimde, parmağıyla kendisini işaret ederek " Ya ben?" diye sormuştu. Malum cevabı alınca nedense bir hayli hüzünlenmişş, kafasında kim bilir neler kurmuştu. ALi Said Çelebi, böylece, benim zihnimde yaşadğına inanan tek kişi oldu. Bunun onu fazlasıyla sarstığını söyleyemem. Çünkü ertesi gün bana bir derdini açtı: Dediğine göre Sultan Ahmet Camiinin müezzinlerinden birisi olmak istiyor ama tahsili tutmasına rağmen, koruyanı kollayanı olmadığı için bu göreve gelemiyordu. İşte bu yüzden kendisini söz konusu camiin müezzini olarak düşlememi rica etmekteydi. Gerçi onun bu isteğini yerine getirmem elbette mümkündü. Ama onun ricasını geri çevirdim. Fakat yakamı bırakmadı. Ertesi gün koltuğunun altında bir kaz, elinde bir sepet yumurta ve bir top tereyağı ile kapımı çaldı. Ben de onun isteğini kısmen de olsa yerine getirmek zorunda kaldım. Ali Said Çelebi, müezzin olmasa bile, şimdi Sultan Ahmet Camiinde mutemet olarak görev yapıyor. Ama yaptığım iyiliği unutmuş olmalı ki, beni uzun süredir arayıp sormadı. Sana gelince sevgili oğlum, sen de benim kim olduğumu, yemeden içmeden günlerce nasıl yaşadığımı, hayatımızı idame ettirdiğimiz paranın nereden geldiğini bana sormaya bir türlü cesaret edemezdin. Paranın geldiği yeri inanmayacağını bile bile sana söylüyorum: Cebimde yüz akçe olması için zihnimde 100 akçe düşlemem yetiyordu. Seni artık şaşırtmak istemediğim için her şey isöylemek istemiyorum. Ama gördüğün işittiğin ne varsa, hepsinin şu zavallı babanın zihnindeki düşlerinden ibaret olduğuna inan ! Yine de birkaç şey bunun dışında tabi. Büyük dayın Arap İhsan, o muhteşem külhani, boşluğu ve karanlığı okuyan benim gibi bir korkağın adımı bile atmaya çekindiği gerçek dünyanın haritalarını çizen biriydi. Yıllar önce oldu, ama kahkahası hala çınlıyor. Onu neden mi düşledim? Belki de senin, biricik oğlumun onu tanımasını istedim o kadar. Çünkü her baba oğluna bir şeyler öğretmek ister. Oysa benim sana düşlerimden başka verebileceğim bir şey yoktu. O yüzden sana şimdi elinde tuttuğun garip kitabı verdim. Ama ne yazık ki Dünyayı gösteremedim. Sana aslında Katip Çelebi'nin Cihannüma adıyla tercüme edip bana bir nüshasını hediye ettiği Atlas Minor gibi bir eser bırakmak isterdim. Zihnimde bir düş olan sevgili oğlum, işte böyle zavallı babanın yaşayamadıklarını yaşadın ve dokunamadıklarına dokundun. Bir babanın kendi oğlundan bekleyeceği şekilde kahraman değildin. Son derece silik ve mütevaziydin. Bununla birlikte, arada bir senin kulağına karakterinle bağdaşmayacak sözler fısıldamadan edemedim. Çünkü düşler görmektense, boşluğun kendisine tağan insanlar karşısında küçük düşmeni istemedim. Sonunda senin için düşlediğim macerayı yaşadın ve böylece senin için yazdığım atlası okumuş oldun. Artık benden öğreneceğin nihai şeyi öğrenmiş oluyorsun. Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hala çözemedim. Rendekar düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi yoksa bugünden tam 308 yıl sonra sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünüyorum o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek ise ben bir düş oluyorum." Bünyamin gülümsedi. Atlası kapatıp koynuna soktu. Kendini son derece yorgun hissediyordu. Sabah ezanlarının okunmasına az kala. yattığı sedirde kaşınmaya hala devam eden bekçinin yanına gitti ve adamı dürtüp uyandırmaya çalıştı. Bekçi, gördüğü düşün etkisiyle dudaklarını durmadan kıpırdatıyor, bir türlü uyanmak bilmiyordu. Fakat delikanlı onu adamakıllı sarsınca gözlerini açtı. Sabah olmuştu. Sanki yüzyıllık uykudan uyanan bekçi, yerinden doğrulup çevresine bakınca kendisini uyandıran kişiyi göremedi. Çünkü her taraf karanlıktı. Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?


DEĞERLENDİRME:


Konu: Eser, Bünyamin adlı ana karakterin babasının kendisini askere göndermeden hediye ettiği defterde geçenleri, yaşadıklarını ve şans eseri kendisinde kalan bir taşın hayatını getirdiği noktaları konu alan kurgusal bir tarihi romandır.


Üslup: Yazarın eserdeki üslubu her ne kadar Osmanlıca, Farsça ve birtakım Arapça kelimelerle uğraştırıcı ve ağdalı gibi gözükse de, dönemsel romana dil ile gerçekleştirilmesi gereken tesirin bu kelimelerin kullanılarak verilmesi üslubu olumlu yönde etkilemiş denilebilir. Diğer taraftan olay örgüsünü aksatmadan ve oldukça akılda kalıcı bir biçimde işlemesi de okuyucu tarafından romanın daha da etkileyici olarak algılanmasına vesile olmuştur.


Özgünlük: Eser konusu itibariyle gerçek manada tarihi bir bilim kurgu romanı olarak addedilebileceği gibi belki de 30 sene sonra bu niteliği kalmayacak yaşanması oldukça mümkün bir kurguyu konu edinmektedir. Bu da hem olay örgüsü hem de karakterlerin iç dünyaları göze alındığında özgün bir romandan beklenen bütün unsurları içerdiğini göstermektedir.


Karakter: Eserde birçok karakter bölüm bölüm etkilerini göstererek ana karakterler ile bir kesişme yaşasa da ekseriyetin 3 ana karakter üzerinde toplandığı görülmektedir. Bunlar başrol olarak belirtilebilecek Bünyamin, kitaba ismini veren bir diğer ana karakter olan Uzun İhsan Efendi ve kitabın sonlarına doğru yaşanan birçok olayın anahtarı niteliğindeki Ebrehe olarak ifade edilebilir. Bu 3 ana karakterin de kitabın sonunda bütünleyici çıkarımları ile eser, gerçek manada tümevarımcı bir yaklaşım sergilemektedir. Karakter tahlilleri ise, bu karakterlerin kitabın okuyucu için unutulmayan unsurları olmasına vesile olmuş ve verilmek istenen birtakım mesajlar, olay örgüleri bu karakterler aracılığı ile okuyucuya aktarıldığından karakterler bu romanın oldukça önemli bir kriterini oluşturmaktadır.


Akıcılık: Eser, üslup kısmında bahsedilen günümüzde anlaşılması zor olabilecek kelimelerin anlamlarının araştırılması gerektiğinden okuyucuyu yavaşlatabilse de, olay örgüsü, konu ve karakterlerin işlenişi bakımından gerçek manada sürükleyici bir roman nitelendirmesini hak etmektedir.


Genel: Belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:


Konu: 9

Üslup: 8

Özgünlük: 9

Karakter: 9

Akıcılık: 8


puan almış ve ortalama puan olarak ise, 8.6 puan almayı hak etmiş ve gerçek anlamda bir modern klasik olarak kesinlikle okunması gereken eserlerden birisi olduğunu kanıtlamıştır.

(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:

PUSLU KITALAR ATLASI

Yazar: İhsan Oktay Anar

Basım Tarihi: 57. Baskı - 2016

Yayınevi: İletişim Yayınları

kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.

Comments


bottom of page