top of page

SEYAHAT JURNALİ - ALİ BEY

Ali Bey - Gezi Yazıları
Seyahat Jurnali

YORUMLAR:


Osmanlı döneminde Ali Bey tarafından kaleme alınan eserde, yazarın memuriyet görevi sebebiyle 1885-1888 yılları arasında şark memleketlerinde teftiş amaçlı gittiği yerlerde aldığı birtakım kültürel, demografik ve dini tespitler konu edilmektedir.


Osmanlı memurlarından birisi olarak görev yapan yazar Ali Bey, görevlendirildiği teftiş memuriyetlerinde Osmanlının vilayetleri ile farklı yabancı vilayetlere de ziyaretler gerçekleştirmiştir. Ülkemizin bugün doğu bölgesinde bulunan illerinden başlayan yazar, öncelikle Musul, Kerkük taraflarına gitmiş oradan ise, önce Arabistan topraklarına daha sonra da Mısır üzerinden Hindistan’a kadar uzanan yolculuğunun notlarını tanzim etmiştir.


Yazar, olayları genel olarak objektif ve somut veriler ışığında anlatmış ve kendi yorumlarına çok az yer veren gezginlerden birisi olarak kategorize edilebilir. Bilhassa Ahmet Haşim’in Frankfurt Seyahatnamesinin tam tersi olacak şekilde edebi anlatımların yanında gezdiği şehirlere ilişkin kendi düşünce ve görüşlerini neredeyse hiç paylaşmadığının ifade edilmesi gerekmektedir. Bu konudaki önemli etkenlerden birisinin ise, yazarın memuriyet görevinin olduğu söylenilebilir.


Anlatımın objektifliği ile yazar, okuyucuya hem gittiği bölgelerdeki önemli demografik, coğrafi ve dini bilgileri iletmekte hem de bunlara ilişkin yaşadığı somut örnekler varsa bunlardan da bahsetmektedir.


Yazarın kendi nitelikleri göz önüne alındığında ise, edebi dile de hakim olabilecek mahiyette bir donanımının olduğu özgeçmişinden anlaşılmaktadır. Ancak objektif verilerle donanmış anlatımının bilinçli olarak mesleği icabı tercih edildiği kuvvetle muhtemeldir. Özellikle, gittiği rüştiyeler ile kendisine Osmanlı’nın Moliere’i yakıştırmasının yapılması, esasında iç yüzünde ne kadar derin düşüncelere sahip olan bir yazar olduğunun küçük göstergelerinden birisidir.


Sonuç olarak eser, tarihe meraklı ve gezi yazılarına ilgili okuyucular için kesinlikle okunması gereken kitaplardan birisi olarak telakki edilmelidir.


ALINTILAR(*):

  1. Kilis’in Yirmi bine yakın nüfusunun çoğu İslam, küçük bir kısmı Rum, Ermeni, Katolik, Protestan ve Yahudi olup hepsi Türkçe konuşur.

  2. Ayıntab, Kilis’e oranla daha büyük ve Halep’e yirmi dört saat uzaklıkta bir kasabadır. Burada Amerikalıların büyük ve mükemmel okulları vardır.

  3. Siverek’e kadar gördüğüm ve kaldığım köylerin hepsi Kürt köyleridir. Gündüz kahvaltı için indiğim köylerden Curnuş isminde bir köyün kahvehanesinde köyün imamı Hayber Fethi menkıbesi okumakta ve başına toplanmış olan köyün ağaları dinlemekteydi. Ağalarla biraz sohbet ettim. Doksan yaşında bir ağanın üç karısı varken o hafta içinde on sekiz yaşında bir kız daha aldığını yeri gelip anlatmaları beni hayrete düşürdü.

  4. Siverek ahalisi Kürt ve fakat medenidir. Türkçe konuşurken kendilerine özgü tuhaf tabirler kullanırlar. Mesela bu fakirle sohbet sırasında içlerinden birinin, “Viranşehir’de bir biraderim vardır, İbrahim Ağa tabir olunur” demesi gibi. Çıkarıya gitti “dışarı gitti”, bir kıytık “biraz”, adamın yazığı gelir “insanın acıyacağı gelir”, nakil gelem “nakledeyim” gibi tabirler çoktur.

  5. Ahalisinin çoğu İslam ve bir kısmı Ermeni ve Keldani’dir. Hepsi Türkçe ve Kürtçe ve bazen Arapça konuşurlar.

  6. “Diyarbekir’in evleri, köpekleri ve ahalisinin kalpleri karadır” diye meşhur bir söz vardır.

  7. Siirt orta halli bir mutasarıflık merkezidir. (Mutasarrıf: Tanzimat'tan sonra, Osmanlı yönetim teşkilatında sancakların yöneticisi.) Ahalisi tamamen Kürt ise de Arapça da konuşurlar. Fakat çoğu Türkçe bilmez.

  8. Siirt’te de Diyarbekir’deki gibi soktuğu insanı öldüren akrepler vardır.

  9. Kürt kadınları ev işlerini gördükten sonra tarlalarda kocalarıyla beraber çalışırlar ve erkeklerinden çok iş görürler. Bu kadınlar tesettüre dikkat etmezler. Bununla beraber ırz ve namuslarını korumak çok önemlidir. Bir delikanlı bir kızın ırzına saldırırsa ikisini birden öldürürlermiş. Delikanlı kızı kaçırıp derhal başka bir köyde nikah etmedikçe. (Karadeniz kadınlarından farkları Karadeniz’de erkekler tarım işleriyle daha az iştigal ederler. Kadınlarına göre çok daha fazla boş vakitleri olur ve köylerde kahvelerde tüm gün oturmaya daha meyillilerdir. )

  10. Bitlis birçok derelerle tepelerin toplandığı noktada kurulmuş bir şegirdir. Kırk bin kadar nüfusu vardır.

  11. Hele Altın Gırbal Deresi ve Sefer Bey Bahçesi adlı yerle Avık ve Hamsi mahallelerinin konumları pek güzel ve görülmeye değerdir. Evlerin binası sabun kalıbı gibi muntazam yontma taşlardandır, ancak mimarlık sanatından mahrumdur.

  12. Kürtlerin şeyhlere gösterdikleri hürmet ve itibarın derecesini burada gördüm. ziyarete gelenler evin kapısından girerken ellerini kavuşturup yere bakarak tam bir tevazuyla boyun eğip merdivenden çıktıktan sonra Şeyh Efendi’nin odasına gelince yerlere kapanarak yanına varıyorlar ve ellerini ayaklarını öperek karşısında el pençe divan duruyorlar.

  13. Muş şehri yirmi beş bin kadar nüfuslu, ovaya bakan, önemli sayılabilecek bir kasabadır. Evleri İstanbul tarzında binalardır.

  14. Şammar iki nehir arasında dolaşarak yaşayan göçebe bir aşirettir. Toplam nüfusu otuz bin kadar tahmin ediliyor. Daimi düşmanları olan ve Fırat’ın öte tarafında, Halep ve Şam civarında bulunan Anaze aşiretinin saldırılarına karşı daima müttefiktirler. Anaze aşireti ise Şammar’ın iki üç katı nüfusa sahip büyük bir aşirettir.

  15. Dicle’nin suyu azaldığı zaman iki kıyısında kalan kumluk yerlere ve nehrin orta yerlerinde oluşan adaların üzerine çevre köylerin ahalisi tarafından bostan ekilir.

  16. Gerçek ismi Hısn-ı Keyfa olan Hasankeyf, Mardin Sancağı’na bağlı Midyat Kazası’nın altı köylü bir nahiyesidir. (Nahiye: Bucak, çevre)

  17. Cizre’nin gerçek ismi Cezire-i İbn-i Ömer’dir. Mardin’e bağlı kaza merkezidir. Cezire deyiminin sebebi de Dicle’nin kabardığı zaman kalesinin hendeklerine su girip memleket bir ada şeklinde kaldığı içindir. Kasaba tamamen kale içindedir. Ahalisi Mardinliler gibi Arap ve Kürt lisanlarıyla konuşurlarsa da Kürt lisanı daha baskındır.

  18. Babıniyet isimli bir köyün önünde durmaya mecbur olduk. Bu köy kagir binaları olan büyücek bir Türkmen köyüydü. Ahalisinden Haydar oğlu Zeynel Ağa isminde seksen yaşını geçmiş bir ihtiyar sohbet için yanımıza geldi ve oraların durumuna dair bize şu bilgileri verdi: “Buradan Musul’a karadan kırk sekiz saattir. Bu civarda Babıniyet’ten başka Türkmen köyü yoktur. Cizre’den buraya kadar birkaç Arap köyünden başka yetmiş kadar Yezidi köyü vardır.

  19. Elli bine yakın nüfuslu bilayet merkezi olan Musul şehri, Dicle Nehri’nin sağ yakasındadır ve memleketin büyük bölümü kale içindedir. Şehrin kapısından bu pazar yerine girer girmez halkın gürültüsüne, itiş kakışına ve sesleri ayyuka çıkarcasına bağrışara elleriyle kollarıyla yaptıkları hareket ve işaretlere bakıp birbirleriyle dövüşüyorlar zannettim. Umumiye Müdürüne, “Kavganın içine girmesek,” dedi. Müdür Efendi tebessümle bu gürültünün kavga olmadığını, birbirleriyle sohbet ve alışveriş ettiklerini bildirdi.

  20. Musul ahalisinin zengin takımı fes üzerine ince abani sarık sarar ve boy kürkü veya cübbe ve şalvar giyer. Orta sınıf başlarına sarı ipek kefiye sarıp arkalarına maşlah (Bazı varlıklı Arapların giydiği ipekten pelerin) giyer. Aşağı takım pamuk ipliğinden maviyle beyaz veya kırmızıyla beyaz renkte satrançlı dokuma mendil ve agel (Erkek başörtüsünün üstüne başın etrafına gelmek üzere geçirilen kumaştan burma çember) kullanır.

  21. Sa’du bir kötü cindir ve bu mağarada oturur. Yolcular geçerken silah atmayacak olurlarsa mutlaka başlarına bir felaket gelir denirdi.

  22. Eski Bağdat denilen ve Abbasi halifeleri zamanında gelişen Samarra’nın harabeleri görülmeye başlandı. Harabelerin hepsi adi sarı toprak tuğladır.

  23. Bu seyahatnamenin Diyarbekir bölümünde bir parça açıklandığı üzere Bağdat’a gidenler mutlaka bir çıban çıkarırlar. Bu çıbana ortaya çıktığı memleketin ismiyle Halep çıbanı, Diyarbekir çıbanı, Bağdat çıbanı denildiği gibi Bağdat’ta bir ismi de hurma çıbanıdır. Altı aydan bir seneye kadar devam eder. Hurma çıbanı erkek ve dişi olarak iki çeşittir. Erkek olanı bir veyahut iki ve fakat büyücek olur. Dişisi adi kan çıbanları gibi küçük ve fakat çok sayıda olur. Küçük çocukların tabii ki derileri nazenin olduğu için yüzlerinde çıkar. Çıktığı yerde evvela kaşınma hissedilir ve kaşınan yerin derisi beyaz, ince soğan zarı gibi kat kat açılmaya başlayıp nihayet bir yara halini alır. Bu yarayı her gün bir iki defa yıkayıp temiz tutmaktan başka iyileştirecek hiçbir ilacı yoktur.

  24. Bir memleketin büyümesi ahalisinin çoğalmasına ve ahalinin çoğalması da ticaret ve zanaatın varlığına bağlıdır. Bu servet sebeplerine sahip olan bir şehir mutlaka büyür ve kale içinde bulunması büyümesine asla engel olmaz.

  25. Bağdat şehrinin nüfusu yüz bin civarındadır. Çoğunluğu İslam ve altı bin hane kadarı Yahudi ve bir kısmı da Keldani ve Katolik’tir. Bunlardan başka Bağdat’ta yerleşip kalmayı tercih etmiş tüccar ve kısa süreliğine gelip giden ziyaretçi olarak haylice İranlı vardır.

  26. Bağdat’ın sokakları tamamen kaldırımsızdır. Kurak havada tozdan ve yağmurda çamurdan geçilmez. Kaldırım yapılamaması memlekette taş bulunmamasından dolayıdır. Memlekette lağım olmadığı için gerek evlerde ve gerek sokaklarda lağım yerine bellua dedileri kuyular bulunur. Eğer yağmur fazla yağarsa bellualar dolar, sokaklar göl haline gelir.

  27. Sokakların darlığından dolayı Bağdat’ta araba kullanılmaz. Herkesin gücüne göre evinde birkaç hayvanı bulunur. Kirayla tutmak için at ve beygir yoktur. Kira hayvanları tamamen beyaz merkeplerdir.

  28. Bağdat’ın mahallelerinde İstanbul gibi ayrıca bekçiler yoktur. Belediye tarafından geceleri sokaklarda yakılan fenerleri temizleyip yapma işini yapanlar bekçilik hizmetini de yerine getirirler.

  29. Eskicilik burada da Yahudilere özgüdür. Şu farkla ki Bağdat’ın Yahudileri, “Eskileri alayım!” yerine “Bey!(Satmak, satış)” diye bağırırlar.

  30. Kerbela halkının tamamı Şii mezhebindendir ve büyük bir kısmı İranlıdır. Bunlardan başka her sene İran’dan çok sayıda ziyaretçi gelir gider.

  31. Bedevi kabilelerinin birer şeygi bulunduğu gibi, her kabile çok sayıda bölüklere bölünmüş olup her fırkanın da acid diye isimlendirilen birer reisi vardır. Şelfe dedikleri kısa mızrağı kullanabilenler acid olur. Bedeviler arasında protokol yoktur. Şeyhlerini sadece kendi isimleriyle “Filan” diye çağırırlar.

  32. Arap arazisi bitakım mukataalara bölünmüş olup her mukataanın özel adıyla anılan birer büyük kanalı vardır. Kanaldan araziyi sulamak için birçok küçük nehir çıkar. Bu nehirlere hark denir. (Mukataa: Devlete ait bir gelirin yıllık peşin para karşılığında kiralanmasını ifade eder. Burada kiralanmak üzere bölünmüş arazi kastedilmektedir.)

  33. Basra’da bulunduğum üç gün zarfında şehri gezdim. Her ne kadar vilayet merkezi ise de on bin kadar nüfuslu, sıcağı ve rutubeti fazla, sokakları ve binaları düzensiz, küçük bir memlekettir. Fakat çok miktarda hurmalıkları vardır, bu yüzden önemli ticaret meydana gelmektedir. Memleketin havasının kötülüğüyle rutubetinden dolayı yaz geceleri Bağdat gibi evlerin damlarında açıkta yatılamaz.. Sıtması da meşhurdur.

  34. Maskat hurması siyah renkte be çok lezzettedir. Bozulmaksızın ABD’ye kadar taşınabilir. Maskat’ta ticaret yapan Hintlilerin fazlalığı nedeniyle Arapların saldırılarından korumak için Hindistan donanmasından ara sıra böyle bir beylik gemi gelerek bir müddet burda dururmuş.

  35. Bombay limanının ağzı dar olduğu halde içerisi gayet geniş ve uzunlamasına bir göl gibidir. Bu gölün ortasında büyücek bir iki ada vardır.

  36. Bombay şehri bugün yüz bin nüfuslu büyük bir kenttir. Çeşitli kısımlara bölünmüş olan ahalisi, İslam, Parsi, Banyan ve Hindu’dur. Bunlardan başka bir grup da Portekizliler vardır.

  37. Müslümanlar büyük küçük her tür ticarette bulunur ve esnaflık ederler. Birkaç cami ve mescitleri olup bunlardan bazıları büyükçe ve sanatlıdır. Parsiler bundan üç buçuk dört asır önce İran’dan göç ederek bu bölgeye gelmiş olan ateşperestlerdir. Tapınaklarındaki ateşten başka güneşe de taparlar. Bombay’ın en zengin bankerleri Parsilerdir. Bankalarla sarraflık işleri bunların elindedir. Banyanlar çeşitli şekillerdeki putlara ibadet eden putperestlerdir.

  38. Banyanlar sabahleyin evlerinden çıktıklarında ol üzerinde bir ineğin sidiğiyle yüzlerini yıkamadıkça mağaza ve dükkanlarını açıp da sanat ve ticaretlerine başlamazlar. Bu nedenle her sabah Banyan mahallelerinin sokaklarında boynuzları kırmızı renge boyalı inekler gezdirirler ve bu ineklerin etrafında işemelerini bekleyen birçok adam dolaşır.

  39. Banyanlar reenkarnasyona inandıklarından ölenlerin mutlaka bir hayvan vücudunda ve kutsal kişilerin inek şeklinde tekrar dünyaya geldikleri inancındadırlar.

  40. Hindu denilen cins kahverenginde ve saçları zenci saçı gibi kıvırcık olup, Banyanlar gibi putlara taparlar ve ölülerini yakarlar. Hindular çiftçi ve amele takımından olduklarından ağır ve aşağı sayılan işleri yaparak geçinirler. Duvarcılık ve hamallık Hindu kadınlarına özgü gibidir.

  41. Süveyş’e kadar yemek dahil dört yüz rupiye, yani üç bin küsur kurul bilet parası verdim. Peninsular Kumpanyası ayrıcalıklı bir İngiliz şirketidir. Vapurlarının çoğunda İngiliz bahriye subayları kumandanlık eder. Böyle bahriye subaylarının kumandası altında bulunan vapurlara mavi renkli beylik sancak çekilir. Vapurda bulunan dört yüzü aşkın yolcudan yalnız Arif Beyle bu fakir Osmanlı ve biri Portekizli ve geri kalanların hepsi İngilizdi. Bunca halkın içinde bir İngiliz’den başka Fransızca bilen bulunmaması şaşırtıcıydı.

DEĞERLENDİRME:


Konu: Eserde, yazarın memuriyet görevi sebebiyle 1885-1888 yılları arasındaki şark memleketlerinde teftiş amaçlı gittiği yerlerde aldığı birtakım kültürel, demografik ve dini tespitler konu edilmektedir.

Üslup: Yazar tarafından tercih edilen anlatım biçimi yorumlarda da ifade edildiği üzere, oldukça didaktik gayeler gütmektedir. Dolayısıyla edebi bir eser olarak değil, adeta akademik bir dille kaleme alınan gezi yazılarından birisi gibi telakki edilmelidir. Buna karşın, teknik bir dil yerine daha somut olarak iletilen verilerin anlaşılır düzeyde okuyucuya iletilmesinde oldukça başarılı olmuştur.


Özgünlük: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.


Karakter: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.


Akıcılık: Üslup bölümünde ifade edilen hususlar göze alındığında eserin, sürükleyici bir anlatıma sahip olmadığı aşikardır. Bununla birlikte, dilinin sade olması akıcılığına müspet bir tesir gösterse de, anlatımındaki didaktik unsurlar kimi zaman durağanlığa da sebebiyet verebilmektedir.


Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:


Konu: 8

Üslup: 7,5

Akıcılık: 7,5


puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 7,7 puandır. Neredeyse 8 barajına dayanması ve Osmanlı dönemindeki doğu vilayetlerinin genel durumunu gözlemlemek isteyen okuyucular için kılavuz mahiyetinde olan eserin okunması gereken gezi yazıları arasında yer aldığı aşikardır.


(*) : Alıntılar başlığındaki bütün kısımlar:

SEYAHAT JURNALİ

Yazar: Ali Bey

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Baskı: 3. Baskı - Haziran 2020

kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.

Comments


bottom of page