YORUMLARIM:
Marcel Proust'un 1921 yılında yayınlanmış olan en ünlü eseri Sodom ve Gomorra, dili ve üslubu ile okuması oldukça zor bir kitap olsa da, hayata dair barındırdığı derin manalar ve mesajlar sebebiyle okunması tavsiye edilen eserlerden birisidir. İsmini almış olduğu Sodom ve Gomorra ise, yazarın eserde ağırlıklı olarak değinmiş olduğu eşcinsel ilişkilere de gönderme yapmaktadır.
Yazar, diğer yazarların yaptığı gibi kendi düşüncelerini roman karakterinin ağzından ifade etmektedir. Bu detaylı betimlemelerin ve özellikle psikolojik tasvirlerin fazla olması sanki yazarın romandaki öykülemeyi bir araç olarak kullanarak arada kendi hayat görüşlerini bir deneme edasıyla okuyucuya iletmek için hazırlanmış bir senaryo hissiyatı uyandırmaktadır. Okuyanların da fark edebileceği üzere, romanda karmaşık bir olay örgüsünün olmadığı açık olup yazarın üslubuna bakıldığında bunun bilinçli olarak gerçekleştirildiği de göze çarpmaktadır. Bu sebeple olay örgüsünün basit tutularak günümüzde de hala tartışılan ve güncel olan birçok konuya, romanın ana kahramanı Albertine üzerinden oldukça ağdalı ve çapraşık bir dil ile tasvirler gerçekleştirilmiştir.
Eserde işlenen konulardan bazılarına dikkat çekmek gerekirse, günümüzdeki popülaritesi de göz önüne alındığında yazarın bilgi, eşcinsellik ve aşka dair fikirlerinden bahsetmek gerekmektedir. Yazarın bahsedecek olduğum betimlemeleri aşağıdaki alıntılarım kısmında doğrudan kitaptan alıntı olarak da okuyabileceğiniz görüşlerdir.
Yazara göre eşcinseller arasında olan birbirinden çekinme ve birbirlerini rakip olarak görme duygusu, o zamanlarda dahi eşcinselliğin bazı kişilerce dikkat çekilmek istenen bir süje olduğunu gözler önüne sermektedir. Zaten yazarın aşağıdaki betimlemesi dışında da eserinde eşcinsel ilişkilere geleneksel kadın-erkek ilişkisinden daha da fazla yer verdiği görülmektedir. Çünkü karakterlerin zihinlerinde geçen düşüncelerde fazlasıyla eşcinsellik öğesi bulunmaktadır. O zamanlarda yazılması cesaret isteyen bir unsur olsa da, bu kavramın eserdeki gibi neden böylesine gün yüzüne çıkarılarak herkese zorla kabul ettirilme çabasının olduğunu da sorgulamak gerekmektedir. Bu seviyedeki bir ısrarcılığın sebebi eserin yazıldığı dönemde pek anlaşılamasa da, günümüzdeki LGBT hareketleri göze alındığında bir tasarı olarak denendiği hissiyatını uyandırmaktadır. Eseri okuyanların da fark edebileceği üzere, bu konunun dünya toplumlarının sağlığı ve aile kavramının zarar görmemesi için tedbir alınması gereken bir mefhum olduğu aşikardır.
Yazarın aşka dair görüşleri ise, gerçek manada romantizm akımının etkisinde diyebileceğimiz düşüncelerle bizleri karşılamaktadır. Ancak burada yazar, aşkın etkisine kapılarak onu tamamen pozitif bir his olarak görmekten uzak davranmaktadır. Daha çok bir aşığın gözünden bakarak okuyucuya dışarıdan bir bakış açısı ve gözlem oluşturma fırsatı tanımaktadır. Bununla birlikte, tam manasıyla aşkı hissetmeyen bir insanın bu duyguları daha önce yaşamış olsa da, her seferinde kişiye ve yaşayanlara göre değişebileceğini de hesaba katarak tekdüze bir aşk tanımının mümkün olmadığını da belirtmek gerekmektedir. Yazarın ifade ettiği tanımlar ve duygular ise, okuyuculara en azından bir bakış açısı kazandırmayı başarma amacı gütmektedir.
Bilgiye dair görüşlerinden bahsetmiş olduğu bölümde ise yazar, insanın aslında bir kere öğrendiği bir şeyi hiç unutmadığını, yalnızca bu bilgileri beyninde bulmakta zorluk çektiği için unutmak kavramının meydana geldiğini savunmaktadır. Bu aynı zamanda, önemli antik dönem filozoflarının da görüşlerini yansıtan beyaz levha kanunu gibi olsa da genel manada günümüzde hala kabul gören bir görüş olma özelliğini muhafaza etmektedir.
Sonuç olarak, Marcel Proust'un değinmiş olduğu konular sebebiyle okuması ve takip etmesi akıcılık bakımından zor olan eserinin içerdiği mesajlar ise, bahsedilen kavramların günümüzdeki anlamları ile mukayesesini daha net görmek isteyen okuyucular için önem teşkil etmektedir. Bu sebeple eser, deneme ve düşünce yazılarına meraklı olan okuyucular için özellikle tavsiye edilmektedir.
ALINTILARIM(*):
Ölenlerin üzerimizdeki etkisi yaşayanlarınkinden fazladır, çünkü hakiki gerçeklik sadece zihin tarafından ortaya çıkarılabildiği, manevi bir işlemin nesnesi olduğumuz için, ancak düşünce yoluyla yeniden yaratmak zorunda olduğumuz, gündelik hayatın bizden gizlediği şeyleri gerçek anlamda bilebiliriz...
Aslında asansörcünün saflığı belki de olayı basitleştiriyordu. Büyük otellerin, bir zamanlar Rachel'in gidip geldiği ev türünden evlerin sunduğu rahatlık, hiçbir aracı olmadan, yüz franklık, hele hele bin franklık bir banknotun görüntüsünün, o seferinde bir başkasına da veriliyor olsa, hizmetkarların veya kadınların o ana kadar buz gibi olan yüzlerine tebessümler kondurması, teklifler yapılmasını sağlamasıdır. Siyasette ve aşık metres ilişkilerinde ise, aksine, parayla uysallık arasına fazlasıyla unsur girer. O kadar çok sayıda unsur girer ki, paranın en sonunda bir tebessüm doğurduğu kişilerde bile, bu ikisini bağlayan, içlerindeki süreci takip edemezler, kendilerini daha hassas zannederler ve öyledirler de.
Bir eşcinsel bir başka eşcinselle karşı karşıya geldiğinde gördüğü şey, kendisinin cansız olduğundan sırf izzetinefsini incitebilecek tatsız bir sureti değildir sadece; kendisiyle aynı şekilde yaşayan, davranan, dolayısıyla aşkları konusunda da ıstırap kaynağı olabilecek, onu bir eşini de görür. Bu yüzden de, kendini koruma içgüdüsüyle, muhtemel rakibini gerek bu kişiye zarar verebilecek insanlara, gerekse "kaptığı" ve belki kendi elinden kapılacak olan, kendisiyle yaptığı takdirde çok faydasını göreceği şeylerin aynısını diğeriyle yapmaya kalkışacak olursa hayatının mahvolacağı konusunda ikna edilmesi icap eden delikanlıya kötüleyecektir. Eşcinselin bir diğer eşcinseli müthiş bir süratle ve yanılmaz bir isabetle saptamasını sağlayan şey de, şüphesiz ortak alışkanlıklar bulma arzusu veya rahatlığından çok, neredeyse tek gerçek deneyim olan kendine ilişkin deneyimi kadar, bu rekabet korkusudur. Eşcinsel benzerini saptarken kısacık bir an yanılabilir, ama süratli bir ileri görüşlülük onu gerçeğe yönlendirir.
Büyüleyici insanların tuhaflıkları başkalarını çileden çıkarır, ama bir yanıyla tuhaf olmayan büyüleyici bir insan da yoktur.
Uyku esnasındaki hazları hayatımızda yaşadığımız hazlar arasında saymayız. Bütün hazlardan en kabaca tensel olanına değinecek olursak, hangimiz uyandığında, aşırı yorgunluktan kaçınmak istenildiği takdirde, uyandıktan sonra gün boyu tekrarlanması mümkün olmayan bir hazzı uykuda tatmış olduğu için hafif bir kızgınlık hissetmemiştir ? Mal kaybı gibi bir şeydir bu. Bize ait olmayan, başka bir hayatta haz duymuşuzdur. Rüyadaki (genellikle uyanırken hemen yok olan) acıların ve hazların muhasebesini yapsak da, bu hesap gündelik hayat muhasebelerimiz içinde yer almaz.
Norveçli filozofun dediğine göre, M. Bergson, onları hatırlama yeteneğine sahip olmasak da, hatıralarımızın hepsine sahip olduğumuzu söylemiş. Hatırlama yeteneğine sahip olmasak da. Peki ama, hatırlanmayan bir hatıra nedir ki? Ya da daha ileriye gidelim. Son 30 yılımıza ait anıları hatırlayamıyoruz, ama onlarla sarmalanmış durumdayız; öyleyse niye otuz yılla sınırlıyoruz kendimizi, bu önceki hayatı niye doğumdan öncesine kadar uzatmıyoruz? Arkamda kalmış hatıraların koskoca bir bölümünü bilmedikten, onlar benim için görünmez olduktan, onları kendime çağırma yeteneğinden yoksun olduktan sonra, benim bilemediğim bu kütle içinde, bir insan olarak hayatımın çok öncesinde yer alan hatıraların da bulunmadığını kim iddia edebilir ?
İnsanı çarpan bir elektrik akımı gibi aşklarım da beni çarptı; onları yaşadım, hissettim, fakat görmeyi ya da düşünmeyi asla başaramadım. Hatta bu aşklarda (aşka genellikle eşlik eden, ama onu oluşturmaya tek başına yetmeyen fiziksel hazzı bir yana bırakıyorum), kadın görüntüsünün ardında, meçhul tanrılara seslenircesine, kadına eşlik eden bu görünmez güçlere seslendiğimizi düşünme eğilimindeyim. İyi niyetine muhtaç olduğumuz, somut bir haz alamadan temas kurmayı istediğimiz varlıklar, bu güçlerdir. Kadın, kendisiyle buluştuğumuzda, bizi bu tanrıçalarla ilişkiye sokar ve daha fazla bir şey yapmaz. Adak adarcasına mücevherler, seyahatler vaat etmiş, kalıp cümlelerle aşık olduğumuzu, tam tersine kalıp cümlelerle kayıtsız olduğumuzu ifade etmişizdir. Can sıkıntısına yol açmadan bir randevu daha koparabilmek için elimizden geleni yapmışızdır. Gittiğinde, kıyafetini bile hatırlayamayacağımız, kendisine bakmamış olduğumuzu fark ettiğimiz kadın bu gizli güçlerle donanmış olmasa, onun kendisi için bu kadar zahmete katlanır mıydık?
DEĞERLENDİRMELER
Konu: Ana karakter Albertine'in diğer karakterler ile yaşadığı olaylar aracılığı ile, yazarın hayata dair görüşlerini dile getirdiği deneme-roman karışımı bir eser ile karşılaşılmaktadır.
Üslup: Yazarın dağınık ve fazla betimleme içeren anlatımı neticesinde takip edilmesi oldukça fazla dikkat isteyen eser, kullanılmış olan dilin de ağdalı olması sebebiyle okuyucular için eserin takibinde zorluk teşkil edebilmektedir.
Özgünlük: Dönemine göre daha önce bahsedilmeyen konular bulunmasa da, söz konusu konuların her zaman dile getirilmesinin mümkün olmadığı göz önüne alındığında özgün olmayan ancak cesur denilebilecek bir yapıya sahip olduğu ifade edilebilir. Bununla birlikte, geleneksel konulara da değinilmiş olan eserde, bu konuların bahsediliş şekillerinin sıra dışı bir düşünce akımı ile takip ettiği belirtilmelidir.
Karakter: Yorumlarım kısmında da bahsettiğim üzere, ana karakter ve diğerleri bu eserde daha çok yazarın bir araç olarak kullandığı öğelerdir. Romanlarda bilindiği üzere, karakterler kitap üzerinde etkileyici bir unsur olsa da, Proust eserinde, karakterleri adeta hikaye benzeri bir kullanımla mesajın gerisinde tutmayı tercih etmiştir.
Akıcılık: Üslubun ağdalı ve dağınık unsurlar barındırması sebebiyle eserin akıcı ve bir solukta okunabilecek nitelikte olduğu söylenemeyecektir. Eser daha çok, sindire sindire ve üzerinde çalışılarak tam olarak idrak edilebilecek kitaplardandır. Yine konusu ve içerdiği mesajlar sebebiyle sürükleyici bir eser olmadığı da aşikardır.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8.5
Üslup: 8
Özgünlük: 6
Karakter: 7
Akıcılık: 5
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 6.9 puandır. Eser neredeyse 7 barajına gelse de, özellikle edebiyat meraklıları ve bu konuda çalışma gerçekleştiren okuyucu kitlesi tarafından kesinlikle okunması gereken ancak kurgusal roman seven okuyucular için bitirmesi oldukça zor bir kitaptır. Bununla birlikte ilgisi olan ve farklı yazım tekniklerini merak eden okuyucular için de okunması tavsiye edilen eserlerden olduğunu göstermektedir.
(*) : Alıntılarım başlığındaki bütün kısımlar:
KAYIP ZAMANIN İZİNDE SODOM VE GOMORRA
Yazar: Marcel Proust
Basım Tarihi: 19. Baskı - Ekim 2019
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments