YORUMLAR:
Yaklaşık 500 yıl önce kaleme alınan ve günümüze ilişkin de dikkat edilmesi gereken mesajlar ihtiva eden eser, Thomas More'un en ünlü yapıtlarından olarak değerlendiriliyor. Kaleme almış olduğu Utopia ile yazar, okuyuculara ve dönemin insanlarına günümüzde kapitalizm olarak bildiğimiz sistemin o zamanlar da mevcudiyetini muhafaza ettiğini gösteriyor. Bir yandan da günümüzdeki merhalesine gelmeyen bu sistemin esasında paraya dayalı olarak hayatımıza yön vermesinin önüne geçilmesinin mümkün olduğunu telkin ediyor. Fakat bunu gerçekleştirirken yazarın, birçok okuyucu tarafından absürt olarak telakki edilebilecek fikirlerinin olduğunu belirtmek de gerekiyor. Genel manada değerlendirildiğinde ise, mevcut sistemimizde değiştirilebilecek birçok unsuru çok önceden belirtmesi bakımından da büyük önem taşıyor.
Thomas More'un düşünceleri ve notlar kısmında da görüleceği üzere, oldukça mutaassıp ve dindar bir kişi olduğu dikkate alındığında dönemin Kralı olan 8. Henry'nin kilisenin yetkilerini kendisine devretme hamlesi ile ölüme giden yolu hazırlanmış oluyor. Kral'ın ısrarlarıyla uzun bir süre danışmanlığını yapmasına karşın almış olduğu bu karar uyarınca krala hiçbir şekilde onay vermeyen yazar, en sonunda idama mahkum ediliyor. Bu aşamada çocuklarının ve yakın çevresinin bu yasayı onayladığını ifade etmesi durumunda yine iade-i itibarının verileceği belirtilse de, kendisinin buna dair cevabına aşağıda yine ulaşabilirsiniz. Buradan hareketle, yazarın eseri kaleme alırken birtakım yerlerde özellikle, hükümet ve politika ilkelerinde iktidar sahiplerini oldukça vicdansız olarak göstermesi oldukça anlaşılabilir gözüküyor. Ancak aynı dönemde Osmanlı'nın yükselişindeki unsurlar göz önüne alındığında her iktidarın More'un tarif ettiği gibi tasnif edilebilmesinin de imkansızlığı göz önüne alınması gereken bir diğer unsur olarak ortaya çıkıyor.
Her ne kadar adı üstünde bir ütopya eseri olarak telakki edilse de, kimilerince sosyalizmin yapıtaşı olarak görülen eserde, bu kanıya varılmasında en büyük etkenin, herkesin çalışması ve üretken bir toplum idealinin olduğu gözüküyor. Hatta Karl Marx'ın ünlü sosyalizm idealini kaleme aldığı eserinde de, More'un fikirlerinden etkilendiğine dair birçok haklı iddia mevcut. Zaten notlar kısmında okuduğunuz bazı unsurların size bunu da hatırlatması işten bile değil. Ancak yine kitabı ve notları okuduğunuzda fark edebileceğiniz üzere, SSCB'de tatbik edilmeye çalışılan Sosyalizm ile More'un Ütopya'sının alakasının olmadığını da belirtmekte fayda var. Öncelikle More, paranın tamamen tedavülden kaldırılmasını ve kıymetli madenlere de dikkat edilmemesi gerektiğini savunuyor. Bu madenlerin yalnızca savaş zamanlarında karşı ülke ordularını manipüle etmek için bir vasıta olarak kullanılmasını savunuyor. Ayrıca, net bir şekilde sınıf ayrımı göstermese ve belirli meslek gruplarında her kademeden insanın görev alabileceği ifade edilse de, aristokrasi benzeri bir sisteme daha yakın olduğu söylenebilir. Fakat bu aristokrasi, kesinlikle Platon'un Devlet eserinde tasvir edildiği gibi insan unsurunu neredeyse ikinci plana atan bir sistem değil. Öncelikle Devlet, bu esere göre aile mefhumunun ortadan kaldırılması fikri bakımından sosyalizm ideasına daha uygun bir tasarı olarak gözüküyor. Dini inanç bakımından da, More'un Utopia'sında 3 büyük dinde görülen tek tanrı inancının savunulduğu ve sonuna kadar bu dinin yaşanması için düzenlemelerin yapılması gerektiği görülüyor. Devlet eserindeki, din kavramının ortadan kaldırılması planı da Sosyalizm ile bağdaştırılması için bir diğer unsur olarak dikkat çekiyor. Dolayısıyla sosyalizm dikkate alındığında, Utopia'nın günümüz toplumsal değerlerine daha uygun olduğu ve Sokrates'in ideal devletine kıyasla fazlasıyla hümanist bir hedef olduğu aşikar.
Bu aşamaya kadar, notları okumadan değerlendirildiğinde bu eserin, uygulanabilecek bir sistem olduğu fikri uyansa da, eser ve notlar okunduğunda yukarıda bahsetmiş olduğum absürt unsurlar görülebiliyor. Kaldı ki, notlar kısmına almadığım daha birçok unsurun da uygulanmasının neredeyse imkansız olduğunu belirtmem gerekiyor. Absürt dememin sebebi ise, kitabın türü sebebiyle, mükemmel bir dünyada olması gereken birçok unsura değinilse de, insanın mükemmel olmadığı ve en kusurlu varlıklardan birisi olduğu adeta göz ardı ediliyor. Bu sebeple bazı noktalarda sistemin selameti tamamen bir kimsenin vicdanına kalabiliyor. Özellikle rahipler bakımından yapılan değerlendirmede, onların suç işlese dahi kendi cezalarını kendi içlerinde çekmeleri gerektiği dolayısıyla sistemin ya da adaletin onlara herhangi bir şekilde yaptırım uygulayamayacağı fikri bunların başında geliyor. Eserin ütopya olmasının başlıca sebeplerinden birisi de, bu etmenlerin dikkate alınmadan mükemmel insanların dünyasında bir sistem oluşturma çabası zaten. Eğer bu konuda da birtakım denetimlerin olduğu bir sistem meydana getirilmiş olsaydı Sokrates'in Devlet planından kesinlikle daha sağlıklı bir yönetim sisteminin inşa edilebileceği kesin gibi gözüküyor. Hatta bu ihtimalde bir ütopya değil, bir tasarının da söz konusu olduğunu söylemek dahi mümkün olurdu. Çünkü hem aile ve sosyal yapı bakımından hem de ekonomik modeller bakımından yazarın fikirlerinin tatbik edilebilmesi bir safhaya kadar mümkün gözüküyor. Bu sebeple eser, aslında mevcut sistemimizin eksiklerini gidermek için bazı kısımları dikkatle okunması gereken bir kaynak mahiyetini taşıyor.
Sonuç olarak, eserin tamamı okunduğunda gerçek manada her ülkenin sisteminin ve hayat şartlarının düzeltilebilmesi için birtakım çözümler barındırdığı görülebiliyor. Ancak eserde ifade edilen yönetim ve ülke sisteminin topyekün uygulanması durumunda daha da kusurlu ve kötü kullanımı mümkün bir yönetim sisteminin meydana gelmesi de işten bile değil. Bunun yegane sebebi de, yazarın insan unsurunu bazı yerlerde mükemmele ve ideale dayanan bir manada telakki ederek herhangi bir denetim mekanizması meydana getirmemiş olması. Bu sebeple, eserin herkes tarafından belirli fikir ve değişiklikleri idrak edebilmek için okunması gereken eserlerden birisi olduğunu belirtmek gerekiyor.
NOTLAR (*):
Mezarsız ölünün kefeni göklerdir; her yerde Tanrı'ya giden bir yol vardır.
Öldürmek hırsızlığı cezalandırmak için çok ağır, hırsızlığı önlemek içinse çok hafif bir cezadır. Her çalan ölümü hak etmedikten başka, açlıktan ölmemek için çalan adama en korkunç işkenceleri de yapsanız yine çalar. Bu konuda İngiltere'nin ve daha birçok memleketin adaleti, öğrencileri yetiştirecek yerde, döven kötü öğretmenlere benziyor. Hırsızlara en ağır cezaları verecek yerde, toplumun bütün üyelerine yaşama olanaklarını sağlasanız ve kimse kellesi pahasına çalmak zorunda kalmasa daha iyi olmaz mı?
Zenginlerin cimri bencilliğini frenleyin. Sömürme, tekel kurma hakkını alın ellerinden. Aylak insan bırakmayın memleketinizde. Tarımı büyük ölçüde geliştirin. Yün işlikleri ve daha başka üretim kolları yaratın. Yoksulluk yüzünden bugüne dek hırsızlık, serserilik ya da uşaklık eden, aşağı yukarı aynı kaderi paylaşan bir sürü insan oralara gidip yararlı bir çalışma yoluna girsin. Milyonlarca çocuğu bozucu, körletici bir eğitimin pençesinde bırakıyorsunuz. Erdem çiçekleri açabilecek bu körpe fidanlar gözlerinizin önünde kurtlanıyor; büyüyüp suç işledikleri zaman, yani içlerine çocukluktan giren kötülük tohumları acı meyvelerini verdiği zaman ölüm cezasına çarptırıyorsunuz onları. Sizin yaptığınız nedir biliyor musunuz ? Asma zevkini tadabilmek için hırsızlık yaratmak.
Çok saçmalayan sonunda bir doğru laf da eder.
Politika ahlakının ilkeleri şunlardır ve devleti yönetenler bunlarda anlaşmışlardır: "Bir ordu besleyen kralın ne kadar parası olsa azdır." "Kral istese bile, haksızlık edemez." Kral uyruklarının ve mallarının ortaksız sahibidir: Uyruklar herhangi bir şeyden, kralın keyfi istediği ölçüde yararlanabilir." "Halkın yoksulluğu kralın varlığını korur." "Zenginlik ve özgürlük devlete başkaldırmaya hor bakmaya götürür. Özgür ve zengin adam haksızlığa, zorbalığa kolay katlanamaz." "Yoksulluk ve açlık yürekleri çökertir, ruhları köreltir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya alıştırır: Öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz."
Kendim zengin olmaktansa zenginlere baş olmayı tercih ederim. Bir halkın acıları iniltileri arasında keyif sürmek krallık değil, zindan bekçiliği etmektir.
Sizin ilkelerinizin tam karşıtlarıyla yetişmiş insanlar karşısındasınız: Büyün düşündüklerinin saçma ve haksız olduğunu yüzlerine vurursanız, elbet dinlemezler sizi. Dikine değil, yanlamasına gideceksiniz. Doğruyu yerinde ve ustalıkla söyleyeceksiniz. Çabalarınız iyilik getirmese bile, kötülüğün azalmasını sağlar hiç olmazsa. Her şeyin iyi olması için büyün insanların iyi olması gerekir: O da yarın öbür gün olacak işlerden değil. İsa'nın usta sözcüleri sizin demin dediğiniz gibi yanlamasına bir yol tuttular; insanların kötü alışkanlıklarını Hıristiyanlığa uydurmaktan kaçındığını görünce, İncil'i insanların kötü alışkanlıklarına göre eğip büktüler. Bu ustaca manevra nereye götürdü onları? İnsanların vicdan rahatlığıyla kötülük edebilmelerini sağlamış oldular.
Utopia'da yasalar sayıca çok azdır. Yönetim büyün yurttaşları aynı ölçüde yararlandırır. Herkes değerinin karşılığını görür. Ortak zenginlik öyle eşitçe dağıtılır ki, herkes bütün yaşama kolaylıklarına bol bol kavuşur.
Şehirlerde 30 aile her yıl, philarch denilen bir bşa seçerler. 10 syphogrant, 300 aile ile birlikte, eski dilde tranibore, yeni dilde baş philarch denilen birisinin buyruğu altındadır. 200 syphogrant en dürüts, en uygun kimseyi seçeceklerine ant içtikten sonra, halkın gösterdiği 4 adaydan birini, gizli oyla başkan seçerler. Şehir dörde bölünmüş olduğu için, her bölümün bir adayı kurultaya sunulmuştur. Başkan zorbalığa kaçmadığı sürece, ömrü boyunca yerinde kalır. Traniboler ise, her yıl seçilirler, ağır bir neden olmadığı sürece de değiştirilmezler. Bütün öbür görevler de bir yıllıktır. Traniboler, her 3 günde bir, gerekirse daha sık, toplanırlar ve memleket işlerini görüşürler. Kamuyu ilgilendiren işler, kurultayda 3 gün tartışıldıktan sonra karara bağlanır. Kurultay ve büyük halk toplantıları dışında, bir araya gelip memleket işlerini konuşmak ölümle cezalandırılır.
Önemli sorunlar önce syphograntın seçim bölgelerine sunulur. Syphograntlar durumu ailelerine anlatır. O zaman sorun halk kurultayı önüne getirilir. Yüksek kurultayın uyduğu şu kural da anılmaya değer: Bir öneri geldiği zaman, hemen o gün üstünde tartışılmaz. Tartışma gelecek toplantıya bırakılır. Böylelikle kimse ilk aklına gelen şeyleri gelişigüzel ortaya atmaz ve halkın yararını unutarak kendi düşüncesini savunmaya kalkışmaz. Ayaküstü düşünmenin yarattığı bu büyük tehlike böylece önlenmiş ve kurultay üyelerine düşünmek için bol bol vakit bırakılmıştır.
Bütün Utopialıların katılmak zorunda olduğu tarım dışında, herkes özel bir iş eğitimi görür. Kimi dokumacılık öğrenir, kimi duvarcılık, testicilik kimi demircilik ya da dülgerlik.
24 saatin yalnızca 6 saati çalışılır. 3 saat öğleden önce yemeğe kadar; 3 saat de iki saatlik dinlenmeden sonra, akşam yemeğine kadar. Akşam saat sekizde yatarlar ve tam sekiz saati uykuya verirler. Çalışma, uyku yemek saatleri dışındaki zamanı herkes istediği gibi kullanabilir. Her sabah gün doğmadan, serbest ders saatleri vardır. Yalnız bilim yolunu seçenler bu derslere girmek zorundadırlar. Ama başka herkes, kadın erkek, hangi zanaattan olursa olsun, bu derslere katılabilirler. Birçokları serbest saatlerinde yine kendi işlerinde çalışmayı tercih ederler; böyleleri soyut bilgiden hoşlanmayanlardır. Akşam yemekten sonra Utopialılar yazın bahçelerde, kışın yemek yedikleri kapalı yerlerde bir saat türlü eğlenceler düzenlerler. Ya çalgı çalıp türkü söyler ya da görüşüp tartışırlar.
Başka memleketlerde nice insanların aylak gezdiklerini düşünürseniz, Utopia'da bunun neden böyle olduğunu anlarsınız. Halkın yarısı olan kadınların hemen hepsi bazı yerlerde aylaktır, kadınların çalıştığı yerlerdeyse hemen bütün erkekler. Hiçbir iş görmeyen bir sürü rahip ve din adamı da görülür. Bunlara, soylular ve derebeyleri denilen büyün zenginleri, bir de onların sürü sürü uşaklarını, giyimli kuşamlı, eli bıçaklı adamlarını ekleyin. Tembelliklerini uydurma sakatlıklar altında gizleyen sayısız dilenciyi de unutmayın. Göreceksiniz ki, alın terleriyle insanlığı besleyenlerin sayısı sanıldığından çok daha azdır. Gerçekten yararlı ve zorunlu işlerde çalışan insanların ne kadar az olduğunu düşünün. Paranın her şey olduğu çağımızda yalnız lüksün ve ahlaksızlığın buyruğunda çalışan bir sürü boş ve yararsız zanaatlar görülüyor.
Utopia'da şehir, ailelerden meydana gelir. Çoğu ailede ise, akrabalar bir araya toplanmıştır. Evlenme çağına gelen genç kızlar, evlenip kocalarının evine giderler. Ama bütün erkek çocuklar kendi ailelerinde kalır ve bu ailenin en yaşlı erkeğinin sözünden çıkılmaz. Ailenin başı bunarsa, yaş bakımından hemen sonra gelen, onun yerini tutar. Köydekiler bir yana her şehirde 6000 aile vardır. Gerekli yurttaş sayısı ne azalsın ne de aşırı ölçüde artsın diye, bir ailede 13, 14 yaşlarında çocukların, hiçbir zaman ondan az ve on altıdan çok olmamasına dikkat edilir. 13-14 yaşından küçük çocuklar bu kuralın dışında kalırlar. Ama ötekilerin durumu kolayca düzenlenir. çünkü on üç on dört yaşında çocuğu fazla sayıda olan aileler, aynı yaşta çocukları daha az sayıda olan ailelere çocuklarını verirler. Bir şehirde nüfus gerektiğinden çok artarsa, bu şehirde duranların bazıları, daha az nüfusu olan başka şehirlere aktarılır. Eğer bütün adada nüfus artarsa, o zaman her şehirden birtakım yurttaşlar seçilir. Bunlar, boş toprakları olan bir yerde, Utopia yasalarına uygun yeni bir şehir kurarlar.
Aileyi en yaşlı adam yönetir. Karılar kocalarına, çocuklar ana babalarına, gençler yaşlılara hizmet ederler. Her şehir, dört eşit bölge ya da mahalleye bölünmüştür.
En azgın düşman bile çoğu zaman büyük paralarla satın alınabilir ve yine bilirler ki, ihanetleri sağlamak için olsun, açıkça dövüşmek için olsun, para savaşın can damarıdır. Utopia'da para denilen şey karşılıklı alışverişlerde hemen hiç kullanılmaz. Para olağan ama olmayabilecek belalı durumlar için saklanır. Altın ve gümüş bu memlekette, tabiatın onlara verdiği değeri taşırlar sadece. Bu maden demirden daha aşağı görülmekle beraber, insan için su ve ateş kadar yararlı sayılır.
Tabiat dışı birçok şeye insanlar saçma bir anlayışla zevk adını vermişler: Nesnelerin özünü değiştirmek, kelimeleri değiştirmek ellerindeymiş gibi. Bu tabiata aykırı zevkler mutluluğa götürmek şöyle dursun, engel olurlar ona ermemize. Onlara kapılanlar gerçek ve temiz zevkleri tadamaz olurlar. Düşünceleri uydurma bir zevkin peşinde yolundan çıkar. Oysa bunların çoğu hem özden kötü, hem de kötü tutkulara sürükleyicidir. Önce giysilerini kendilerinden üstün saymış olurlar; çünkü işe yararlık bakımından ince bir yünlünün kalın bir yünlüden ne üstünlüğü olabilir, sorarım size? Böyleyken bu sersemler kafasızlıklarını değil de yaradılışlarının başkalığını, herkesten üstünlüğünü ortaya koyuyormuş gibi böbürlenip bir matah sanırlar kendilerini. Kimse kılıklarına aldırış etmeyince de haksızlığa uğramış gibi kızarlar. İkinci olarak da aynı adamlar gerçeklerden kopup ve başarısız olarak herkesten üstün sayarlar kendilerini. Başını kaldıran ve alçak gönüllü diz çöken bir dalkavuk karşısında duyduğumuz zevk doğal ve sahici bir zevk midir? Diz çökmek insanı sıtmadan ya da kol bacak ağrılarından kurtarır mı? Sahte zevklere kapılanlar arasında soylu denen kişiler de vardır.
Ya cimrilere ne demeli? Bu adamlar bir sürü maden parçasını kullanmak için değil de sadece toplayıp seyretmek için biriktirirler. Bu adam, hazinesini görmedikten başka, onu yitirme korkusuyla yaşar ve bu korku yüzünden onu yitirir gerçekten de.
Utopialılar şu kuralı hiç unutmazlar: Daha büyük bir zevki tatmamıza engel olacak ve sonunda acı getirecek ger zevkten kaçmalı. Çünkü acı, onlara göre, dürüst olmayan her zevkin kaçınılmaz sonudur. Bir başka ilkeleri de şudur: İnsanlığın mutluluğunu sağlamak için Tanrı'nın bir gün bize sonsuz sevinçler vereceği umuduyla bedenin güzelliğini hor görmek, güçlerini azaltmak, hızını durdurmak, iştahlarımızı oruçla köreltmek, kısacası tabiatın nimetlerini tepmek, yüksek bir din çabasıdır; ama araçsız, boş bir erdem kuruntusuyla ya da belki hiç gelmeyecek yoksulluklara önceden alışmak kaygısıyla insanın bedenine eziyet etmesi, nefsini körletmesi, aşırı bir deliliğe düşmek, kendine yok yere zulüm, tabiata karşı nankörlük etmek, Tanrı'nın verdiklerini ona borçlanmak istemez gibi çiğnemektir.
Kadınlar 18 yaşından erkekler 22 yaşından önce evlenemezler. Utopia'da ancak ölüm son verir evliliğe. Ama karı koca birbirini aldatırsa ya da eşlerden biri dayanılamayacak kadar huysuzsa, durum değişir. Böyle bir derde düşen evliler, yöneticiler kurulunun izniyle eski eşlerini bırakıp bir yenisini alabilirler. Ama suçlu olan eş, hem ömrünün sonuna kadar rezil olur herkesin gözünde, hem de bir daha hiç evlenemez.
Evlilik kurallarına bağlı kalmayanlar en ağır cezaya çarptırılıp köle olurlar. Eğer bu suçu işleyenlerin her ikisi de evliyse o zaman aldatılan koca ile aldatılan kadın, canlarının istediği gibi ya birbirleriyle ya da başkalarıyla evlenebilirler. Ama aldatılan koca ya da aldatılan kadın, kendilerine karşı bu kadar kötü davrananları hala seviyorsa, köleliğe mahkum olan suçlu eşlerinin bahtlarını paylaşmak şartıyla evli kalabilirler. Ağır suçlar, kölelikle cezalandırılır. Utopialılara göre, böylelerini çarçabuk öldürüp ortadan kaldırmaktansa, bu yolu seçmek, hem suçlulara daha uygun bir ceza, hem de topluma daha yararlıdır.
Yargıçlara baba derler; onlar da birer baba gibi davranırlar. Yurttaşlar hiç zorlanmadan, gereken saygıyı isteyerek gösterirler yargıçlara. Kılık bakımından başkan bile öteki yurttaşlardan ayırt edilemez. Ne süslü püslü bir kaftanı, ne de tacı macı vardır. Bir insanın ya okumayacağı kadar çok ya da anlayamayacağı kadar şaşırtıcı ve karanlık yasalara bağlanmasını, hak ve adalete aykırı bulur Utopialılar.
Her şehir askerleri gönüllüler arasından seçer. hiç kimse zorla orduya alınmaz, çünkü korkak bir asker yiğitçe savaşacak yerde, arkadaşlarına da korku aşılar.
Utopialıların büyük bir çoğunluğu ve en akıllıları, büyün bu putları bırakıp, bir tek Tanrı bilirler. Bu Tanrı bilinmez, anlaşılmaz, açıklanmaz bir varlıktır, insan zekasının sınırlarını aşar, bütün dünyayı bedeni, erdemi ve gücü ile kapsar. Bu varlığın adına Mithra adı verilir. Ancak sonradan Utopialılar da Hıristiyanlığın öğretilerini genel anlamda kabullenmişlerdir ve birçoğu bu dine mensup hale gelmiştir.
Utopia'nın rahipleri pek seçkin, ermiş kişilerdir, onun için sayıları pek azdır. Her şehrin 13 tapınağında 13 rahip vardır, ama savaş sırasında bu sayı değişir. Rahiplikten daha şerefli bir görev yoktur. Rahiplere gösterilen saygı o kadar büyüktür ki, onlardan biri suç işlerse adalet karşısına çıkmaz, Tanrı'ya ve kendi vicdanına bırakılır. Çünkü Utopialılara göre, Tanrı'ya adanmış olan kutsal bir varlığa hiçbir ölümlünün eli dokunamaz.
Para olmazsa herkesin hayatı kolayca sağlanabilir. Bize mutluluğun kapısını açmak üzere bulunan ve Tanrı adına kutsal bir şeymiş gibi öne sürülen bu altın anahtar, insanlara bütün kapıları kapatmaktadır. (UTOPİA SONU)
Damadı Roper'e göre More, çok sıkı perhizler tutar, ya kuru toprağın ya da şiltesiz bir tahtanın üstünde yatar, yastık olarak başının altına bir odun parçası koyar, sabahın ikisinde de kalkarmış. Kamçılarla düğümlü iplerle bedenini zaman zaman cezalandırdığını öğreniriz gene aynı kaynaktan. Hatta More, bedeninin isteklerini sıkı bir denetim altına almak amacıyla, çıplak tenine sert kıldan yapılmış bir gömlek giyermiş.
More "Bil ki, çocuklarım cahil ve tembel olmasınlar diye her şeyi gözden çıkarırım, onların gelişmesine yardım etmek için işimi gücümü bırakırım gerekirse" der.
8. Henry döneminde çıkarılmak isteyen ve Kralı kilisenin başı sayma odaklı tasarıya kralın danışmanlarından olarak onay vermeyen More, kral tarafından iyice sindirilmiştir. 1534 yılının Mart ayında, yakın arkadaşı Piskopos Fisher ve başka Katolikler ile birlikte Londra Kulesi'ne kapatılmıştır. 15 ay sonra ölünceye kadar da hapiste yatmıştır. Kızları bu süreçte kralın yasasına boyun eğmesini ve kendi hayatını bağışlamasını istemişler ise de More kabul etmemiş hatta bu süreçte kızlarından Margaret de bu tasarıyı kabul etmemesine rağmen kabul etmiş gibi onay verdiği için oldukça üzülmüştür. More hapse girdiği ilk aylarda, Kral'ı İngiliz Kilisesi'nin başı yapan yasaya yemin etmeyi iki kez reddetti. İki ağzı da keskin bir kılıca benzetmişti bu yasayı: İnsan buna evet derse, ruhunu; hayır derse bedenini yitirecekti. More ise, ruhunu yok etmektense, bedenini yok etmeye çoktan razıydı.
Bu sürecin devamında Kral'ın resmi temsilcilerinden olan birisi More'a "Siz bilgili , akıllı bir adamsınız, ülkenin yasalarını da biliyorsunuz. Eğer parlamento beni kral ilan ederse, siz beni kral kabul eder misiniz?" diye sormuştur. More buna evet deyince " Peki, ya parlamento beni Papa ilan ederse, siz beni papa olarak kabul eder misiniz?" dediğinde ise, More "Tutalım ki, parlamento bir yasa çıkardı Tanrı Tanrı değildir diye. Siz bay Rich, Tanrı'yı yok mu sayacaksınız o zaman?" demiştir. Rich böyle bir yasanın parlamentodan geçmeyeceğini söyleyince More "Tanrı, Tanrı değildir diyemeyen Parlamento, Kral'ı da Hıristiyan Kilisesi'nin başı yapamaz" diye noktayı koymuştur. (Thomas More'un Hayatına İlişkin Bölüm Sonu)
16. yy İngiltere'sinde, bir lokma ekmek çalan zavallılar bile asılırken, Utopia'da ölüm cezası pek seyrek uygulanır. Yine o zamanın İngiltere'sinde varlıklı sınıflar, soylular, toprak sahipleri, din adamları, kadınların çoğu, yani toplam nüfusun yarısından fazlası tamamıyla aylak gezerken; Utopia'da sağlık durumu engel olmadığı sürece, ister kadın, ister erkek olsun, her yetişkin kişi çalışmak zorundadır.
6 saat çalışma süresiyle ilgili Karl Kautsky, Marx'ın Kapital'de ileri sürdüğü görüşlerin, tıpkı More'unkine benzediğini belirtir: Marx'a göre çalışma saatleri, ancak kapitalist üretimin ortadan kaldırılmasıyla kısaltılabilir. Çünkü kapitalist üretim, hem aşırı bir rekabet hırsından ötürü emek gücünü boşuna harcamakta, hem de gereksiz bir yığın işkolu yaratmaktadır.
Çoğu tutucu toplumlardan farklı olarak, Utopia'da yalnızca kadınların değil erkeklerin de evlilik öncesi cinsel ilişki kurmaları yasaktır. Bu yasağa uymayanlar, eğer yöneticilerce bağışlanmazlarsa, bekar kalma cezasına çarptırılır; çünkü Utopialılara göre, gençler canlarının çektiği kişiyle sevişmekte özgür olursa, pek az kişi ölünceye dek aynı kadın ya da aynı erkekle yaşamaya katlanabilir. (Ütopia'nın İkinci Bölümüne ilişkin çevirmenin notları)
17. yy başlarında Bacon Yeni Atlantis'i yazarken, More'un eleştirdiği düzen daha da çığrından çıkmış durumdadır. Zenginlik ile, ülkeyi yönetme hakkının aynı şeyler olduğu düşüncesine yol açılan bir dönemde Bacon, bu politik görüşü benimseyerek Yeni Atlantis'i kaleme almıştır.
Yeni Atlantis'te demokratik düzen yoktur. Ben Salem adasını, bu bilimsel araştırma kurumunun başta gelenleri, yani üstün zekalı bir oligarşi yönetmektedir.
Eskiden ütopya yazarları ilerici kişilerdi. "Durum kötüdür; eğer bu ya da şu yöntemi uygularsak, durum iyileşir" diye düşünürlerdi. Şimdiki distopya yazarları ise, tutucu, hatta gerici kişilerdir. "Durum kötüdür; durumu iyileştirebilecek hiçbir çare olmadığına göre, ileride bin kat daha beter olacaktır" diye düşünmektedirler. (Çevirmenin diğer ütopya ve Distopya türüne dair yorumları)
DEĞERLENDİRME:
Konu: Yazarın ideal devlet tasarımını anlattığı ve sonrasında çevirmenin yazarın hayatına dair notları ile eseri değerlendirmesinden oluşan bir çalışmanın söz konusu olduğu söylenilebilir.
Üslup: Eserde tekdüze ve yalın bir üslup kullanılsa da, yazarın fikirlerini okuyucuya iletmesi bakımından oldukça etkileyici olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Bu tarz bir eserde olması gereken bir üslup tercih edildiği için bu yönden eserin başarılı olduğunu belirtmekte fayda var.
Özgünlük: Eserin barındırdığı yönetim biçimleri ve bunların bir kısım bölümlerinin oldukça detaylı bir şekilde tasnif edilerek okuyucuya tasvir edildiği dikkate alındığında alanına ve zamanına göre oldukça özgün bir eser ile karşı karşıya olunduğunu söylemek haksızlık olmayacaktır.
Karakter: Eserdeki karakterler yalnızca kitabın başında ve sonunda basit yorumlar ile, fikirlerin okuyucuya iletilmesi işlevini taşıyan iletken görevini üstleniyor. Zaten eserin karakter yönünden dikkate alınmaması gerektiği dikkate alındığında bu kategori yönünden puanlama yapılmayacağını belirtmek gerekiyor.
Akıcılık: Eser, tür olarak herkesin dikkatini çekmese de, barındırdığı fikirler ve bu fikirlerin uygulanması aşamasının sade ve anlaşılır bir üslupla aktarılması sebebiyle akıcı denilebilecek bir niteliğe sahip olduğunu gösteriyor.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8
Üslup: 8.5
Özgünlük: 7.5
Akıcılık: 8
puanlarını alarak genel ortalama olarak ise, 8 puan alıp kesinlikle okunması gerekenler listenizde yer almasını önerdiğim kitaplardan birisi olduğunu gösteriyor. Yorumlar bölümünde de belirttiğim üzere, eserde belirtilen fikirlerin her yönden uygulanması mümkün olmasa da mevcut sistemlerin iyileştirilmesi ve kısmen de değiştirilmesi yönünden kesinlikle dikkate değer bir kılavuz olduğunu söylemek gerekiyor.
(*): Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
UTOPİA (Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi)
Yazar: Thomas More
Basım: 31. Basım
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments