YORUMLAR:
Gabriel Garcia Marquez’in en ünlü eseri olarak bilinen Yüzyıllık Yalnızlık, yeri geldiğinde fantastik ögeler yeri geldiğinde de hayata ilişkin eleştirileri ile okuyucunun aklında kalmayı başaran eserlerden birisi olarak öne çıkıyor.
Buendia soy isimli aileye yapılmış olan bir lanet neticesinde ailenin erkeklerinin ensest ilişkiler ile soyunu devam ettirip aynı zamanda bazı buluşlar için de araştırmalar yaptığı konu edilen eserde, Ursula ve Jose’nin akraba evlilikleri ile başlayan lanet, ailedeki Buendia soy isimli erkeklerde hem akraba evlilikleri hem de çocukların domuz kuyruklu olarak doğması şeklinde tecelli ediyor.
Ailenin oğullarının birçok sorunlarının konu edildiği eserde, yazarın da aynı zamanda memleketi olan Kolombiya’daki bir kasabanın bulunduğu yerler tasvir ediliyor. Kitabın sonunda da ifade edildiği üzere, yaşanılan birçok olay arasında kimi zaman bağ kurmak zor gibi gözükse de bunun sebebinin kitapta açıklandığı görülüyor. Bu kısım notlar kısmında açıkça belirtildiği için burada değinmeye gerek görmüyorum.
Ailedeki lanet, çocukların yine akraba evlilikleri yapması ile devam ederken son olarak ailenin ölümünü getirecek büyü sırlarının keşfi ile nihayete erebiliyor. Bir çingenenin ailenin sırrı üzerine yazdığı elyazmalarının şifrelerinin keşfedilmesi ile öğrenilen husus kitabın son sayfalarında okuyucunun olay şemasını daha da tamamlayabilmesini sağlıyor.
Eserdeki karakterler, bizim de kültürümüzde olduğu gibi aile büyüklerinin isimleri ile adlandırıldıkları için, 3 nesilden fazla Buendia ailesinin 100 yıl içindeki serüvenleri olabildiğince detaylı kimi zaman da, bir anda onlarca yılın geçilmiş haliyle devam etmesi ile cereyan edebiliyor. Bununla birlikte ailenin oğullarının askerlik serüvenlerine de özellikle değinilen eserde, yazarın dikkat çekmek istediği savaşa dair mesajlar birçok yerde okuyucuya açıkça veriliyor.
Ursula’nın ağzı ile anlatılan bazı bölümlerde ise, özellikle psikolojik tahliller ile aile bireylerinin ruh halleri ve ülkedeki insanların kültürel hayatına dair önemli detaylara ulaşmak da oldukça mümkün. Ursula’nın hayatını kaybettiği bölümlerde özellikle ailenin laneti ile ilgili birtakım bilgileri vermesi, kitabın sonlarına doğru okuyucu için de birtakım ipuçlarının algılanmasını sağlıyor.
Kitapla ilgili dikkat çeken birçok unsurlardan birisinin de, yazarın kitap ile ilgili sözlerinde bu kitaptaki olaylarla ve kişilerle her gün karşılaşılabilecek olması gerçeğine değinmek gerekiyor. Eserde, birtakım fantastik olaylara değinilmiş olsa da, genel manada insanların hayatlarında yaşanılan birçok toplumsal gerçeğin kendi ülkesi bakımından nasıl meydana geldiğini görmek işten bile değil. Bu sebeple, satirik olarak hazırlanmış olan romanda yazar, okuyuculara aynı zamanda birçok insanın başından geçen sıradan olayları, fantastik olay örgüleri ile süsleyerek dikkatleri daha da çektikten sonra bazı mesajları vermeyi tercih ediyor. Eserin kazandığı ödüller ve verdiği mesajların unutulmasının zorluğu da bu yöntemin başarılı bir şekilde icra edildiğinin en değerli göstergeleri olarak karşımıza çıkıyor. Eserin içerisinde barındırdığı fazla cinsellik ve ensest ilişki unsurları, bazı yerlerde eserin vermek istediği mesajlarla ilgisiz olarak dikkat çekse de, barındırdığı toplumsal mesajlar sebebiyle okunması gereken eserler arasında olduğunu belirtmek gerekiyor.
NOTLAR (*):
Papazlara karşı dövüşüp can veriyorlar, sonra da armağan diye dua kitabı getiriyorlar.
Albay Aureliano Buendia, erişilmez gücün yalnızlığına battı ve ne yaptığını bilmemeye başladı. Komşu köylerde kendisini coşkun gösterilerle karşılayanlardan rahatsız oluyor, köylülerin düşman tarafa da aynı gösterilerde bulunduğundan kuşkulanıyordu. Nereye gitse kendi gözleriyle bakan, kendi sesiyle konuşan, kendisinin onlara duyduğu güvensizliği ona duyan ve oğlu olduğunu söyleyen bir yığın delikanlı çıkıyordu karşısına.
Parası olmayan biri, oğlu boğmacaya yakalanmış biri, ya da artık savaş boku yemeye dayanamadığı için çekip gitmek ve sonsuza dek uyumak isteyen biri oluyordu. Üstelik bunlar hiçbir şey yokmuş gibi karşısında hazır ola geçip, “Her şey normal, Albayım” diyorlardı. O sonu gelmez savaşın en korkunç yanı da işte bu normallikti; hiçbir şey olduğu yoktu.
İstekler okunup bitince Albay Aureliano Buendia “Yalnızca iktidar için savaşıyoruz demek ki.” Dedi. Delegelerden birisi ise” Bu değişiklikler taktik gereği,” diye atıldı. “Şu sıra önemli olan şey, savaşın halka dayanan tabanını genişletmektir. Sonra, bunları yeniden ele alırız” dedi. Buendia ise, danışmanlarından birisinin bu sözlerine dayanamayıp “Burada bir çelişki var” dedi. “Bu değişiklikler yararlı v yerinde ise, o zaman Muhafazakar rejim de iyi demektir. Dediğiniz gibi, savaşın halka dayanan tabanını bu değişikliklerle genişleteceksek, Muhafazakar rejim daha geniş bir halk temeline dayanıyor demektir. Sözün kısası, demek oluyor ki, biz yirmi yıla yakın süredir halkın duygularına karşı savaşmışız” dedi.
Albay Aureliano Buendia, yalnızlığının katı kabuğunu delmek için saatlerce çırpındı. Sadeliğin üstünlüğünü, ayrıcalığını anlayabilmesi için 32 savaş çıkarması, ölümle bütün anlaşmalarını bozması, ün denilen pisliğe bir domuz gibi bulanması ve tam kırk yıl yitirmesi gerekmişti.
Ursula, heykelin üzerine mumlar dikmiş ve bir ermişe değil de hemen hemen 200 kg altına tapındığını aklına bile getirmeden heykelin önünde diz çöküp dualar etmişti. Bilmeden, istemeden başına gelen bu putperestliğin yerlere saçılan kanıtı, Ursula’nın aklını daha çok karıştırdı. Tepeleme yığılmış paraların üzerine tükürdü, paraları çuvala doldurup gizli bir yere gömdü.
“İnsan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür” (Albay Buendia)
Ursula yaşı sebebiyle görme duyusunu yitirdiğinde kokuları ayırt etmek yoluyla doğaya yenik düştüğünü itiraf etmenin utancından kurtuldu. Odasının karanlığında iğneye iplik geçirip düğme dikebiliyor ve sütün ne zaman kaynayacağını kestirebiliyordu. Ötekiler ne yaptıklarına dikkat etmeksizin evin içinde gezinirken, Ursula boş bulunmamak için dört duyusunu da olanca gücüyle seferber ediyordu. Çok geçmeden, ailede herkesin bilinçsiz olarak her gün aynı hareketleri yaptığını, aynı yolu izlediğini ve hemen hemen aynı saatlerde aynı sözleri yinelediğini fark etti. Ancak günlük çizgilerinden saptıkları zaman, bir şey yitirme tehlikesiyle karşılaşıyorlardı.
Titiz bir yaşlılığın, iskambil kağıtlarından çok daha doğru kararlara ulaştığını o da kendi denetleriyle biliyordu.
“Bok!” diye bağırdı. Çocuğun giysilerini sandığa koymak üzere olan Amaranta, annesini akrep soktuğunu sandı. Telaşla “Nerede?” diye sordu. “Ne?” Amaranta “Böcek,” dedi. Ursula parmağını yüreğine bastırdı. “Burada” dedi.
Ursula direnmekten vazgeçti. Yavaşça “Aman Tanrım” dedi. “Demek ölmek böyle oluyormuş”. Sonra iki günden fazla süren aralıksız bir duaya başladı. Kendisini kaptırdı gitti ve Salı günü dua, artık dua olmaktan çıktı. Ara ara Tanrı’dan dileklerini mırıldanıyor, ara ara kırmızı karıncaların evi yıkması için pratik çözüm yolları gösteriyor, Remedios’un resmini aydınlatan lambanın söndürülmemesini söylüyor, Buendia’ların aynı kandan olanlarla evlenmemesi gerektiğini, yoksa çocuklarının domuz kuyruklu olacağını sayıklıyordu.
Genel görüşün tersine, Aureliano, Muz Şirketi gelip kasabayı yozlaştırmadan, düzenini bozmadan ve baskı kurmadan önce Macondo’nun kendince hali vakti yerinde, bolluk bereket içinde bir olduğu görüşünü savundu.
O sıralarda herkesin kendisini deli sanmasına rağmen, aslında evdeki en aklı başında insan Jose Arcadio Segundo’ydu. Ufak Aureliano’ya okuyup yazma öğretti, sonra ona elyazmalarını söktürmeye başladı. Bir yandan da Muz Şirketi’nin Macondo için ne demek olduğunu, şirketin yaptıklarını kişisel yorumlarına göre anlattı. Kuru sıcağın, yozun, rüzgarın girmediği odada, Jose Arcadio Segundo da, Aureliano da özellikleri kuşaklardan kuşaklara geçen bir ihtiyarın, pencerenin önünde oturan, karga kanadı şapkalı bir ihtiyarın görüşlerine eriştiler. Jose Arcadio Segundo, elyazmalarının şifreyi andıran harflerini de çözmüştü. Bu yazının kırk yedi ya da elli üç harflik bir alfabesi olduğunu çıkarmıştı. Harfler tek tek yazıldığı zaman karalama gibi görünüyordu.
Jose Arcadio daha o zamandan çevresindeki her şeyden korkan, yaşamda karşılaşacağı her şeyden ürkmeye hazır bir çocuktu. Kafası bir yığın dehşetle doldurulmuştu. Kanını emecek olan sokaktaki kadınlardan, domuz kuyruklu çocuklar doğuran evdeki kadınlardan, insanlara ölüm getiren ve sağ kalanları da ömür boyu acıdan kurtarmayan horoz dövüşlerinden, bir dokunmakla yirmi yıllık savaşlara yol açan silahlardan, hayal kırıklıklarına ve deliliğe yol açan bilinmedik serüvenlerden, kısacası Tanrı’nın sonsuz iyiliği ile yarattığı ve şeytanın kötüye saptırdığı her şeyden korkmasını öğretmişlerdi ona.
Annesi Aureliano’nun kimsenin çocuğu olmadığını, onu bir sepetin içinde yüzerken bulduklarını söylemişti. Amaranta Ursula, Aureliano’nun hakkında yalnızca yüz kızartıcı hikayeler duyduğu Petra Cotes’in oğlu olabileceğini düşünüyor ve düşündükçe yüreği dehşetle burkuluyordu. Karısının kardeşi olduğuna inanmanın verdiği işkenceye dayanamayan Aureliano, ana babasının kimler olduğu hakkında bir şeyler bulabilme umuduyla yer yer küflenmiş, yer yer güve yemiş arşivlere bakmak için kiliseye gitti.
Amaranta Ursula ile Aureliano, son ayları el ele tutuşarak ve zina çılgınlığında peydahlanıp bağlılıklarının mutlak olduğu dönemde doğacak çocuklarına sevgi besleyerek geçirdiler. Geceleri birbirlerine sarılarak yatıyorlar ve karıncaların sesi, güvelerin gürültüsü ya da bitişik odaları bürüyen otların sürekli hışırtısı gibi dünyaya özgü seslerden ürkmüyorlardı. Ama çoğu kez, ölülerin gidiş gelişleriyle uykudan uyanıyorlardı. Ursula’nın soyunu sürdürmek için doğa yasalarıyla savaştığını, Jose Arcadio Buendia’nın büyük buluşların efsanevi gerçeğini aradığını, Fernanda’nın dua ettiğini, Albay Buendia’nın savaş aldatmacası ve balıklar arasında kendini şaşkına çevirdiğini, Aureliano Segundo’nun sefahat alemlerinin karmaşasında yalnızlıktan öldüğünü duyuyorlardı. Sonra büyük tutkuların ölüme rağmen sürebildiğini öğrendiler ve bugün böceklerin elinden alacak olan başka hayvan türleri ortaya çıktıktan çok sonraları bile birer hayalet olarak da birbirlerini sevmeyi sürdüreceklerini anlayınca çok mutlu oldular.
Ebe, çocuğun göbeğini kestikten sonra, Aureliano’nun tuttuğu lambanın ışığında çocuğun göbeğini kaplayan mavimsi, yağlı pisliği bezle silmeye başladı. Çocuğu karın üstü çevirdikleri zaman öteki erkeklerden bir fazlalığı daha olduğunu fakr ettiler. Eğilip baktılar. Bir domuz kuyruğuydu bu. Korkuya kapılmadılar. Aureliano ile Amaranta Ursula ailedeki geleneği bilmiyorlar, Ursula’nın ürkütücü uyarılarını da anımsamıyorlardı. Ebe kadın, çocuk ikinci dişini çıkardığı zaman kuyruğun kesilebileceğini söyleyerek onları yatıştırdı. Zaten bu konuyu bir daha düşünmeye zaman bulamadılar, çünkü Amaranta Ursula’dan dereler gibi kan boşalmaya başladı.
Aureliano yerinden kıpırdayamadı. Dehşetten donakaldığı için değil, Melquiades’in son ipucu o anda aydınlandığı için yerine çakılı kalmıştı. Elyazmalarındaki son cümle, insanın zaman ve mekan düzeni içindeki yerine yerli yerinde oturuyordu. “Soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer,” diye yazmıştı Melquiades. Bu yazılar, Melquiades’in olaylardan yüzyıl önce yazdığı ve en ufak ayrıntılarına kadar her şeyi kapsayan, ailenin tarihçesiydi. Melquiades yazıları anadili olan Sanskritçe yazmış, çift sayılı dizeleri İmparator Augustus’un gizli şifresiyle, tek sayılı dizeleri de Lakedemonya askeri şifresiyle kodlamıştı. Aureliano’nun aklını Amaranta Ursula’nın sevgisine taktığı sıralarda çözmek üzere olduğu son şifre de, tarihçenin yazılış biçimiydi. Melquiades olayları alışılmış zaman düzeninde sıralamamış, yüzyıl boyunca olan günlük olayları öylesine bir araya toparlamıştı ki, olayların tümü aynı anda oluşmuş gibi görünüyordu. Bu buluşun büyüsüne kapılan Aureliano, Melquiades’in Arcadio’ya okuduğu ve aslında Arcadio’nun kurşuna dizilmesini belirleyen bölümü hiç atlamadan yüksek sesle okudu, sonra cennete uçan dünyanın en güzel kadınının doğum haberini okudu, babalarının ölümünden sonra doğan ve yeteneksizlik ya da tembellikten değil de girişimleri zamansız olduğu için elyazmalarını çözmekten vazgeçen ikizlerin kimliğini buldu.
Aureliano rüzgarın farkına varmadı. Çünkü o anda, kendi kökenini araştırıyor, kendisini mutlu etmeyecek olan güzel bir kadını aramak için yollara düşmüş şehvet düşkünü bir büyükbabada kendi oluşumunun ilk belirtilerini buluyordu. Aureliano onu tanıdı, onun soyundan gelenlerin gizli yolunu izleyerek, başkaldırmak için kendini veren bir kadın ile tutkusunu onda söndüren bir işçinin gün batarken buluştukları banyodaki akreplerle sarı kelebekler arasında Aureliano kendisinin nasıl peydahlandığını anladı. Amaranta Ursula’nın kardeşi değil teyzesi olduğunu ve soyun sonunu getirecek olan efsanevi hayvanı dünyaya getirinceye kadar Aureliano ile Amaranta Ursula birbirlerini kanın en girift çıkmazlarında arasınlar diye Sir Franscis Drake’in Riocacha’ya saldırmış olduğunu ancak o zaman anladı. Aureliano çok iyi bildiği olaylarla zaman yitirmemek için on bir sayfa birden atladığı anda, Macondo Kutsal Kitap’ta yazılı kasırganın gazabına kapılıp dönmeye başlamış bir toz ve taş girdabı haline gelmişti bile. Aureliano içinde yaşadığı anı anlatan bölümün şifresini çözmeye koyuldu. Bir yandan şifreyi çözüyor, bir yandan da okuduklarını yaşıyor, konuşan bir aynaya bakıyormuş gibi son sayfalarda yazılı olayları söyleyerek yaşıyordu. Sonra kendi ölümünün nasıl ve ne zaman olacağını öğrenmek için bir sayfa daha atladı. Son satıra gelmeden önce, o odadan bir daha çıkmayacağını anlamış bulunuyordu. Çünkü elyazmalarında Aureliano Babilonia’nın şifreleri çözdüğü anda aynalar (ya da seraplar) kentinin rüzgarla savrulup yok olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonunda dek bir daha yinelenmeyeceği yazıyordu. Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatı olamazdı.
DEĞERLENDİRME:
Konu: Eserde, Kolombiya’nın Macondo isimli kasabasında geçen, Buendia ailesinin, yapılan bir büyü sonucu akraba evliliği nedeniyle 100 yıl süren bir lanetle yaşaması işleniyor.
Üslup: Yazarın özellikle kullanmış olduğu sıradışı anlatım tekniği nedeniyle, olay örgüsündeki sıralama ve bölümler arasındaki olayların geçiş kısımlarında kopmalar hissedilebiliyor. Ancak eserin sonunda da anlaşılabileceği üzere, bu durumun tıpkı eserde çözülmeye çalışılan elyazmalarında olduğu gibi yazar tarafından anlatımda da kullanıldığı dikkat çekiyor. Bu şekilde bir hikayesi olmadığı takdirde etkisiz denilebilecek olan üslup ise bu bilinçli yöntem ile yazarın önemli bir biçem ustası olduğunu da gözler önüne seriyor.
Özgünlük: Eserin içermiş olduğu fantastik unsurların günlük hayatın içine monte edilmesi ve sıradan bir şekilde anlatılması ile, okuyucuyu şaşırtan bir unsur olarak özgünlük yönünden oldukça etkileyici olduğuna değinmek gerekiyor. Yazar bu durumu kitabın başından itibaren okuyucuya ara ara gerçekleşen olaylarla gösterse de, kitabın genel manada gerçek hayattan unsurlarla ilerlemesine alışan okuyucu için bu tür fantastik ögeler her seferinde aynı beklenmedik etkiyi bırakabiliyor.
Karakter: Karakter şemasının en yoğun olduğu eserlerden birisi olan kitapta karakterlerin aynı zamanda aynı soyadları ve isimleri taşıması durumları ile sıkça karşılaşılıyor. Bu husus okuyucu açısından karakterleri tasnif etmede ve tanımada güçlüğe sebebiyet verebiliyor. Aynı zamanda kitapta geçen bütün karakterlerin olay örgüsüne ve verilmek istenen mesajlara katkısının olduğunu söylemek zor gibi gözüküyor. Bu sebeple yazarın eserde, karakter şemasını olması gerekenden daha geniş tutuğu gerçeğini belirtmek gerekiyor.
Akıcılık: Eserin üslup kısmında bahsedilen bilinçli tercihler sebebiyle akıcılık unsurunun olumsuz etkilendiği söylenebilir. Bunun yanında yazarın kullandığı kelimeler ve cümle yapılarının verilmek istenen mesajları net bir şekilde aktarabildiği görülmektedir.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmeden
Konu: 8,5
Üslup: 8
Özgünlük: 9
Karakter: 6
Akıcılık: 6,5
puanlarını alan eserin genel ortalaması 7,6 puandır. Karakter ve akıcılık yönlerinden olumsuz gözüken bir değerlendirmeye sahip olsa da diğer üç unsur bakımından muhakkak okunması ve fikir edinilmesi gereken eserlerden olduğunu söylemek gerekmektedir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
YÜZ YILLIK YALNIZLIK
Yazar: Gabriel Garcia Marquez
Baskı Tarihi: 62. Baskı – Ekim 2014
Yayınevi: Can Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments