YORUMLAR:
Yazar H.G. Wells’in kaleme almış olduğu eser, zaman makinesini icat etmiş bir mucidin, icadını kullanarak gelecek zamana olan yolculuğu esnasında başından geçen konuları işlemektedir.
Eserde, zaman makinesini kullanarak 800.000’li yıllara giden mucidin, orada insan ırkının şimdikinden çok daha basit bir hale geldiğini detaylı bir şekilde okuyuculara aktarmaktadır. İki tür insan çeşidi olan dünyada, Morlock’lar adeta refleksleri ve açlık hislerine göre hayatta kalmaya çalışan insana benzeyen yaratıklar olarak tasvir edilmektedir. Ateşten yani bir yandan ışıktan korkmaktadırlar. Burada Morlock’ların ışıktan korkularının bir yandan bilgiden ve aydınlanmadan korkan, gelişimini tamamlamadan yalnızca gereksinimleri için yaşayan insanların distopik bir akıbeti olarak tefsir etmek mümkündür.
Bununla birlikte Eloi’lar ise, Morlock’lardan daha zeki olmakla birlikte günümüzdeki ortalama insan zekasının oldukça altında olan bir diğer insan cinsi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür, yeryüzünde insanlığın ilk bakışta gözüken bütün imkanlarından ve gelişmelerinin mahsulünden faydalanmaktadır. İnsanlığın ilk bakışta bilimde çok ilerlediğinin bir göstergesidir ancak bu ilerlemenin bedeli olarak akılları ve iradelerinden oldukça ödün vermişlerdir. Çalışmak ve üretmek zorunda olmadıkları için düşünmeye ve zekalarını kullanmaya da ihtiyaçları kalmadığından esasında Morlock’lardan bir safha ileri insan versiyonu olarak bile yorumlanabilirler.
Dolayısıyla eserdeki insan tasvirlerinin günümüzde ve eskiden beri süregelen beşer kavramı ile hiçbir alakasının kalmadığı görülmektedir. Yalnızca refahı ve gereksinimleri için yaşayan canlıların gerekli şartlar sağlandığı takdirde kendi özlerinden feragat ettiği görülmektedir. Bu aşamada düşünülmesi gereken konuların da olduğu aşikardır. İnsanlık olarak teknolojinin ilerlemesi ve gündelik ihtiyaçlarımızın daha rahat ve hızlı bir şekilde karşılanması bizi kendimizi daha da geliştirme yönünde teşvik mi edecek yoksa, Morlock’lar gibi yalnızca materyalist canlılar olarak temel gereksinimlerimiz ve refahımızın devam etmesi için irade ve akıllarımızdan feragat mı edeceğiz? Esasında eserin de, okuyucuya göstermek istediği en temel sorulardan birisinin bu olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bundan sonraki seçimlerimizi, önümüzdeki uzun yıllar ortaya çıkaracaktır.
Görülecektir ki, düşünen ve değerlendiren insan, zekasını kullanmak zorunda olandır. Böylece kendisini geliştirme konusunda da sürekli çalışmalar gerçekleştirmektedir. Dünyevi zevkleri ve talepleri karşılandığında başka hiçbir amacı kalmayan insanın Morlock evrimi de başlamış denilebilir. Düşünmenin ve değerlendirmenin de en temel şartlarından birisi bilgi sahibi olmaktır. Bilgi sahibi olmadan yorumlamak ve düşünmek, insanlığı temel yanlışlara düşürecektir. Bilgi edinmek için ise, hem okumak hem izlemek hem de farklı bilgi kaynaklarından araştırmak daima gereklidir.
Sonuç olarak eser, günümüzde teknolojinin yüzyıllardır görülmemiş bir şekilde gelişmesi ile, bizlerin de ihtiyaçlarındaki değişimleri göz önüne sermektedir. Kitabın ise, distopik bir eser olarak, özellikle orta okul ve lise çağından itibaren herkesin okuması gereken bir eser olduğunu belirtmek gerekmektedir.
NOTLAR(*):
Bradbury’nin iki sözü bile onun bilimkurgu yapıtlarında ne yağmak istediğini yeterince açıklamaktadır: “Robotlardan korkmuyorum. İnsanlardan korkuyorum. Edebiyat uygarlığın emniyet sübabıdır”. (Çevirmenin Önsözü Bölüm Notları)
Edebiyatta zaman yolculuğu kavramını ilk kez 1888’de yayımlanan “The Chronic Argonauts” adlı öyküsünde ortaya atan ve Zaman Makinesi adlı romanında bu kavrama ilk kez bilimsel varsayımlar yaklaşımlar getiren Wells olmuştur.
Aslında dört boyut vardır, bunların üçüne Uzay’ın üç düzlemi diyoruz, dördüncü boyut ise Zaman’dır. Ama ilk üç boyut ile dördüncü boyut arasında gerçekdışı bir ayrım yapma eğilimindeyizdir, bunun nedeni bilincimizin hayatımızın başından sonuna kadar bu dördüncü boyut boyunca kesik kesik ilerliyor olmasıdır. Dördüncü boyuttan söz eden bazı kişiler farkında olmasalar da Dördüncü Boyut’tan kastedilen budur aslında. Zaman’a farklı bir biçimde bakmaktan başka bir şey değildir.
Bilincimizin zaman boyunca ilerlemesi dışında, Zaman ile Uzay’ın üç boyutundan herhangi biri arasında hiçbir fark yoktur.
İçinde bulunduğumuz andan hemen uzaklaşıyoruz. Maddi olmayan, hiçbir boyutu bulunmayan zihinsel varoluşlarımız, doğumumuzdan ölümümüze kadar, değişmeyen bir hızla Zaman-Boyutundan geçiyor.
Küçük ev sahiplerimde çok geçmeden fark ettiğim bir tuhaflık da ilgisizlikleriydi. Çocuklar gibi heyecan içinde şaşkınlık çığlıkları atarak bana yanaşıyorlar, ama biraz sonra yine çocuklar gibi beni incelemeyi bırakıp bir başka oyuncağa yöneliyorlardı.
Artık gerçeği açık seçik görüyordum. Geleceğin bu insanları hem aynı giysilere bürünmüşlerdi, hem de günümüzde cinsiyetleri birbirinden ayıran cilt dokusu ve davranış biçimi farklılıklarının hepsinden yoksundular, hepsi birbirinin aynıydı.
Nüfusun dengeli ve verimli olduğu bir yerde çok fazla çocuk doğurmak Devlet’e iyilikten çok kötülük olur: Şiddetin ender görüldüğü ve çocukların güvende olduğu bir yerde verimli bir aileye daha az gerek vardır-aslında hiç gerek yoktur- ve cinsiyetlerin çocuklarının gereksinimleri konusunda uzmanlaşmaları ortadan kalkar. Bunun ilk adımlarını bizim zamanımızda bile görüyoruz, gelecek çağda ise çoktan tamamlanmıştı. Ancak bunlar, belirtmem gerekir ki, o sıralar kapıldığım sanılardı. Sonradan, gerçeğe ne kadar uzak düştüklerini görecektim.
Havada sivrisinek diye bir şey, toprakta yaban otu diye bir şey kalmamıştı; meyvelerden, albenili, büyüleyici çiçeklerden geçilmiyordu; göz alıcı kelebekler bir o yana bir bu yana uçuşuyorlardı. Önleyici tıp amacına erişmişti. Hastalıkların köküne kibrit suyu dökülmüştü. Orada bulunduğum süre boyunca tek bir bulaşıcı hastalığın izine bile rastlamadım.
İnsanların çok güzel giysiler içinde, görkemli barınaklarda yaşadıklarını gördüm, hiçbir işe uğraşmak zorunda kalmadıklarını fark ettim. Mücadelenin en küçük bir izi yoktu, ne toplumsal ne de ekonomik mücadelenin. Gördüğüm kadarıyla, nüfus artışı son bulduğu için bunun getirdiği sorunlar da çözülmüştü.
Cümleleri genellikle basitti ve iki sözcükten oluşuyordu; en basit önermeler dışında hiçbir şey anlatamadığım gibi anlayamıyordum da.
Besbelli insanlığın çürümesinden çok uzun bir zaman önce Morlock’ların yiyeceği tükenmişti. Olasıdır ki, sıçanlarla ve birtakım haşaratla beslenmişlerdi. İnsan şimdi bile yiyecekleri konusunda o zamanlardakinden çok daha az ayrım yapıyor -maymundan çok daha az. İnsanın insan etine karşı önyargısı köklü bir önyargı değil. İşte insanlığın insanlıktan çıkmış bu evlatları da!.. Konuya bilimsel bir yaklaşımla bakmaya çalışıyordum. Ne de olsa, üç dört bin yıl önceki yamyam atalarımız kadar insan olmadıkları gibi, insanlıktan çok daha fazla uzaklaşmışlardı. Ve gelinen bu noktayı bir eziyet olarak görecek akıl çoktan yitip gitmişti. Ben neden dert edeydim ki? Bu Eloi’lar, karınca gibi Morlock’ların besledikten sonra avlayıp yedikleri- olasıdır ki, üremeleriyle de ilgilendikleri- besili sığırlardan başka bir şey değildiler. Weena da yanı başımda dans ediyordu! İnsan, insan kardeşlerinin sırtından geçinerek rahat rahat yaşamanın ve saha sürmenin tadını çıkarmış, gereksinimi kendine şiar ve bahane edinmiş, zamanı gelince de o gereksinim kendi başına dert olmuştu.
Yukarı dünya insanlarının tüm o güzelliğinin neleri örttüğünü anlamıştım artık. Günleri çok güzel geçiyordu, çayırdaki sığırların günleri kadar güzel. Tıpkı sığırlar gibi düşman diye bir şeyden haberleri yoktu ve hiçbir gereksinim için hazırlıklı değildiler. Sonları da aynıydı. İnsanoğlu intihar etmişti. Kendine hedef olarak kararlılıkla rahatı ve kolayı, düstur olarak da güvenli be istikrarlı dengeli bir toplumu seçmiş ve muradına ermişti ama sonunda gele gele bu duruma gelmişti işte. Bu kusursuz dünyada hiç kuşku yok ki işsizlik diye bir sorun olmadığı gibi çözülmemiş hiçbir toplumsal sorun da kalmamıştı. Çevresiyle tam bir uyum sağlamış bir hayvan, kusursuz bir düzenektir. Alışkanlık ve içgüdü işe yaramaz hale gelmedikçe, doğa zekaya hiçbir zaman başvurmaz. Değişimin ve değişim gereksiniminin olmadığı yerde zeka da olmaz. Ancak çok çeşitli gereksinimleri ve tehlikeleri gidermek zorunda kalan hayvanlar zekadan yararlanırlar.
DEĞERLENDİRME:
Konu: Eser, zaman makinesini icat etmiş bir mucidin, icadını kullanarak gelecek zamana olan yolculuğu esnasında başından geçen konuları işlemektedir.
Üslup: Yazarın, kelimeleri ve cümleleri yalın bir şekilde, olay örgüsünü de anlatım karmaşası yaratmadan düzenli ve sıralı bir biçimde okuyucuya aktardığı görülmektedir. Anlatımın ve olay örgüsünün düzenli bir biçem meydana getirdiği eser, okuyucusu için verilmek istenen mesajları açık bir şekilde iletmeyi başarmıştır.
Özgünlük: Eserin konusu uyarınca distopya eserlerinde geleceğin işlenmesi, sıra dışı olarak yorumlanamasa da, işlenen konunun farklı bir evren meydana getirilerek üzerinde çok çalışılmış düşünceler akabinde meydana geldiği aşikardır. Bu yönüyle de eserin, oldukça özgün olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Karakter: Eserde, verilmek istenen mesajlar ve olay örgüleri daima ana karakter aracılığı ile verilmekle birlikte, bölüm bölüm yan karakter ve yardımcı karakterlerin de bulunduğu görülmektedir. Eserin niteliği göze alındığında, yazarın karakter tercihlerinin okuyucunun eseri bir bütün olarak yaşamasını kolaylaştırdığı görülmektedir.
Akıcılık: İşlemiş olduğu konusu ve sade üslubu sayesinde eser, ilk sayfasından itibaren okuyucusuna sürükleyici bir eser olduğunu hissettirmiş ve bunu da son sayfasına kadar göstermeyi başarmıştır.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8,5
Üslup: 8
Özgünlük: 8,5
Karakter: 8
Akıcılık: 8
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8,2 puandır. Görüleceği üzere eser, bütün kategorilerde 8 ve üzeri almayı başarmakla birlikte kesinlikle okunup üzerine düşünülmesi gereken kitaplardan birisi olduğunu da göstermektedir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
ZAMAN MAKİNESİ
Yazar: H.G. Wells
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Baskı: 9. Basım – Haziran 2020
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments