10.09.2020
Bilgi, günümüzde en kolay ulaşılabilen, aynı seviyede de manipüle edilebilen kavramlardan birisi. Bu sebeple eski çağlara kıyasla bilgiye ulaşmak çok kolay olsa da, bilginin doğruluğunun teyidi günümüzde bilgiye ulaşmaktan çok daha önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bu yüzden öğrenmek günümüzde kolay olsa da doğrusunu bilmek artık eskisinden de zor bir hale gelmiş vaziyette.
Eski çağlarda gerçek bilgeliğin, insanın bilgisinin sınırlı olduğunu kabul etmesi ve öğrenmenin sonsuzluğuna dikkat çekmesi günümüzde de geçerliliğini koruyan bir metafor. Ancak birçok filozof ve düşünür, öğrenme aşamasını öven ve yücelten ifadelerde bulunmuşlarsa da, bu ifadeleri insanlara duyururken onların asıl gururunu okşayanın bu öğrenme aşamasının kendileri için bilme sonucunu doğurması ve bu konuda kendi nefislerini tatmin etmek olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla işin kerameti öğrenmekte değil, insan için genel olarak bilmektedir. Bu yüzden, önemli olanın yeni şeyler öğrenmek mi yoksa bunları bilmek mi olduğu konusundaki ayrımın farkında olmak gerekiyor. Bir şeyi öğrenme safhası her zaman eğlenceli olmayabilir. Hatta bizi oldukça zorlayabilir ve öğrenmeye meraklı olmadığımız bir bilgi de içerebilir. Ancak öğrenme aşamasını bitirerek bir konu hakkında bilgi sahibi olduğumuz anlar, gururumuz ve nefsimiz için daha kıymetli anılar bırakmaktadır. Bu yüzden, bilmek öğrenmenin neticesi olup hepimizin en çok bilen olmayı arzuladığı aşama olarak hayatımızdaki önemli yerini korumaktadır.
Yukarıdaki hipoteze ek olarak, bilginin ünlü düşünürler ve saygıdeğer alimler tarafından bir süre sonra ne kadar fazlası bilinirse, sonsuzluğunun daha da farkında olunduğuna dair sözler söylenmiştir. Çünkü insan genel olarak, bilmediği bir dünyada bilmediklerinin çokluğunun farkında olmadan yeterince bilgi sahibiymiş gibi yaşamakta ve hem vicdanen hem de zihnen kendisini olduğundan daha yeterli hissetmektedir. Fakat ortalamaya göre daha fazla araştıran ve bilgi sahibi olan insanlar, ne kadar cahil olduklarını öğrendikleri her yeni bilgide, uçsuz bucaksız yeni bir derya ile karşı karşıya kaldıklarının sürekli farkında olurlar. Dolayısıyla, az bildiğinin farkında olan insan aslında bilgeliğe biraz daha yaklaşmış insandır denilebilir. Bildiklerimizin ve öğrendiklerimizin bizi götürdüğü tek ve mutlak netice bilmediklerimizin misli misli fazla olmasıdır. Ancak bu durum, öğrenmeyi ve bilme arzusunu engellememeli aksine o konuda tetikleyici bir unsur görevi görmelidir. Yazdıklarım sonrasında, bu durumun tetikleyici bir unsur teşkil etmesi gerektiğine dair fikirlerim çelişkili gibi gözükse de, aslında beni asıl motive eden de bu durumun kendisidir. Evet, bildiklerimiz 1 artarken bilmediklerimizin belki de 1000 oranında arttığını fark ediyoruz. Ancak bu da bileceğimiz daha yeni bir sürü bilginin varlığını bize haber vererek, sonsuz bir kaynaktan elimizden geldiğince yararlanmak için imkanlarımızı daha da artırıyor.
Peki bilgi hayatımızda ne kadar önem taşıyor ? Daha az bilgiyle daha fazla refah içerisinde yaşanabilecek bir hayat mümkün değil mi? Aslında bu soruların cevapları net bir şekilde biliniyor. Bu sebeple, bilmek tek başına refah içinde ya da fazla lüks içinde yaşamanın bir aracı değil. Bilginin asıl önemi, onunla hayata bakışımızı değiştirebilecek olmamız. Bu bakış açısı, yeni kapılar açabildiği gibi yanlış güzergahlara çıkan kapıları da kapatıp erkenden yolumuzu düzeltmede bize yardımcı olma işlevi taşıyor. İşte bilmek ve öğrenmek belki de bu yüzden değerli. Bilginin yanında hayatımıza yön verebilecek önemli yapıtaşlarını ekleyebileceğimiz başka unsurlar mevcut olsa da bu unsurları konunun bütünlüğü açısından daha sonraki yazılarda ele almanın doğru olduğuna inanıyorum.
Bilgi ve öğrenmenin fark ve öneminden bahsederken, öğrenmenin yollarının birden fazla olduğuna ilişkin herkesçe bilinen bir gerçeğe de değinmek gerekiyor. Kimisi amiyane tabir ile hayat okulundan mezun olup yaşayarak öğrenmişken, kimisi de kitaplara gömülerek masalarda mezun oluyor. Bu iki yönteme dair kimi zaman hangisinin daha muteber olduğu konusunda tartışmalar da sıkça yaşanıyor. Duruma göre değişkenlik gösterebilse de, asıl olması gereken iki yöntem ile bilgi edinilen bir hayata sahip olunması diye düşünüyorum. Okuyarak öğrenen insanlar, eğer kendisini hayatın içerisinden soyutlamaya başlarsa bu sefer öğrendiklerini hem yaşamında uygulamakta hem de gerçek hayata adapte olmakta zorluk çekme sıkıntısıyla karşı karşıya geliyor. Kaldı ki, okuyarak öğrenmeye odaklanmanın en dikkat edilmesi gereken eksilerinden birisinin de, insanda kendisini bir süre sonra gerçek hayattan soyutlama isteği uyandırabileceğine değinmek gerekiyor. Bunun yanında, sadece yaşayarak öğrenen insanlar ise, hem okuyarak hem de hayat tecrübesi ile öğrenenlerin hızlıca ilerlediği hayatlarını gördüğünde, kendi kaderlerinden yakınmakla yetinmek zorunda kalabiliyor. Bunun yanında, okuyarak öğrenme aşamasında kazanılabilecek birçok pozitif nitelikten de kendisini mahrum ederek uzun vadede gelişimini yavaşlatma riski ile karşı karşıya kalıyor. Dolayısıyla, öğrenme aşaması birden fazla metot ile mümkünken bilgi, bu yöntemlerden birisinin tatbik edilerek elde edilen nihai sonuç olarak da göz önüne çıkıyor.
Neticede bilgi, hayatımızda her zaman az veya çok şekilde yer edinen, vazgeçilmesi istemsiz olarak mümkün olmayan soyut bir nitelik taşısa da, hayatımıza somut neticeler katan oldukça mühim bir kavram olduğunu da gösteriyor. Bu yüzden, hem hayattan hem de yazılı kaynaklardan öğrenilen bilgileri doğruluk filtresinden geçirdikten sonra, bunları hayatımızı yönlendirmek ve geliştirmek için kullanmak işten bile değil. Bilmekten ve öğrenmekten hiç usanmadığımız, bilgilerimizi asil ve doğru amaçlar için kullanacağımız, nice kapıların önümüze açılabileceği bilgi dolu bir hayat geçirmek dileğiyle...
Commenti